27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

İnsan her yaşta düşebilir, son demde asla!

Yıllar evvel okuduğum ROMANTİK Bir Viyana Yazı (1993) romanının edebî tadı hâlâ hatırımdadır. Ağaoğlu’nun bendeki edebî kıymetini bu roman belirlemiş olduğu için Düşme Korkusu, büyük bir yazarın son kırıntılardan üretimi gibi göründü.

TURAN KARATAŞ13 Eylül 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
İnsan her yaşta düşebilir, son demde asla!
Gelecek sene doksan yaşına basacak olan Adalet Ağaoğlu’nun öykülerinin toplandığı son kitap 1997’de yayımlanmıştı: Hayatı Savunma Biçimleri. Son 20 yılda bir de romanı çıktı:  Dert Dinleme Uzmanı (2014). Çeyrek asra yaklaşan bu zaman boyunca neler yaptı bu seçkin yazarımız? Denemeler yazdı yahut yayımlananları kitaplaştırdı. Anı-anlatılarını yayımladı. Bir de uzun söyleşi. Bunca zamanın arkasından, bugünlerde Ağaoğlu’nun Düşme Korkusu adlı hikâye kitabı yayımlandı. 
 
Ağaoğlu, “düşmek korkusu” teması etrafında bazı küçük olaylar yahut yaşanmışlıklar icat ederek hikâyeler anlatıyor. Kitaptaki ilk hikâye “Yürüyüş”te “düşmek”, bir vaka etrafında somut biçimde anlatılıyor. Mizah yazarı Ragıp Ersal, yıllarca yapageldiği yürüyüşlerin birinde “çarpılmış gibi” düşüyor. Hayatının gidişatını, çehresini değiştiriyor bu düşüş. Bir daha yürümeye cesaret edemediği gibi, evden çıkmaya da korkuyor; giderek şöhretini, itibarını kaybediyor. 
 
“Zengin Adam” hikâyesini okuyup bitirince bir Yeşilçam filmi seyretmiş duygusu yaşadım. Yazarın duyumsatmaya çalıştığı “düşme korkusu”, bu sefer toplumun başka katmanında geçen küçük olaylar etrafında işleniyor. Öykünün kişileri çok sıradan, daha özellikli olabilirdi, diye düşündüm. 
 
“Kökten Değişim”, öykü değil de deneme daha çok. Çok duyduğumuz Osmanlı-Cumhuriyet karşılaştırması. Yazar yeni dönemin taraftarı. Bir kısmı malûmumuz olan, üstelik eksik-gedik bilgiççe laflar ediliyor. Fakat bir taraftan da yeni dönemle birlik yapılan “kökten değişim”in traji-komik olaylara/durumlara sebep olduğu gerçeğini söylemeden edemiyor yazar. “Bir dram: Konak yıkılmış, yerine dört beş katlı bir apartman yapılıyor. Üzüntüyle sevinç, gülmeyle ağlama yanyana, içiçe. Hepsi de sokağa düşme korkusundan…” (s. 41)
 
HER İYİ ŞEY SES VERİR
 
“Erkek Terzisi” kitaptaki öykülerin kanaatimce en iyisi. Düşüş hüznünü en yoğun biçimde burada hissediyoruz. Oğluna kumaşların sesini dinleten terzinin, “her iyi şey ses verir” sözünü unutmam kolay değil. Çağrışımları zengin bir içerik. Bu metin üzerinden Türkiye’nin en az son yarım asırlık sosyal değişimi okunabilir, açıklanabilir. Babasının mesleğini beğenmeyen burnu havalı evlatlar, el emeğinden çok itibar gören fabrika ürünleri, her şeye “bulaşan” siyasa (örnekse, Kemal Terzi’nin adı ‘Partici Terzi’ diye çıkmıştır), el emeği-göz nuru mesleklerin birer birer kayboluşu… Hikâyenin sonunda terzi şöyle düşünüyor: “Tabureden düşmek hiçbir şey değilmiş, asıl elinden gelen işe ihtiyaç görülmemesiymiş düşmek.” 
 
“Orta Sınıf”, belirtilen katmandan, bildiğimiz bir hikâye. Genç bir çift. Severek evleniyorlar. Fakat erkek devlet memuru olduğu için, maaşı geçimine yetmiyor. İki çocuk doğuran Güler haliyle değişiyor ve istekleri de çoğalıyor. Malum çekişme, kavga ve koca dayağı. Sokak ortasında dövülen genç kadını görenler, “Allah kimseyi bu hallere düşürmesin! Şu kadına bakın, ne hallere düşmüş.” deyiveriyorlar. Yazarın son cümlesini diğer metinlerde de okuyoruz: “Kendi düşen ağlamazmış.”
 
“Vatan Sevgisi”ni okuyunca, yıllar önce Ankara Otogarı’nda şahit olduğum bir asker uğurlaması aklıma geldi. Ne kadar üzülmüştüm o şuursuz coşkuya, otobüsü yarım saat hareket ettirmeyen sarhoş dalgaya nasıl canım sıkılmıştı. Burada da öyle, askere gidecek olan Bülent’in babası, kalabalıkta düşüp ezilme tehlikesi geçiriyor. Zaten kafası karışık olan genç adam, bu manzaradan sonra, öfkesini tehlikeli bir cümleyle dillendiriyor: “Ben bu vatanı hiç sevmiyorum baba, diri döneceğim!” Yazarın tam olarak ne demek istediğini, niyetini, niye böyle bir ifadeye ihtiyaç duyduğunu bilemem. Fakat hiçbir Türk evladının böyle bir sözü kalabalığa haykırmayacağını biliyorum. Aynı hikâyede “muavin” yerine, yılların yazarının “şoförün çırağı” demesini yadırgadım. 
 
USTALIĞIN ÖZGÜVENİ
 
Öykülerin ana iletisi şu ifadeden çıkabilir; “…düşüşe geçecek; bu o kadar korkutucu ki… Kendisi de artık yorgun; yaş ilerlemiş.” İnsan bir kere korkmaya, eskimeye, yaşlanmaya görsün, düşüş kaçınılmaz oluyor. Düşme, rezil olursun. Ama birçok kişioğlu için de bu mukadder, çünkü düşmez kalkmaz bir Allah. Düşmek, yaşlanmak, yaşamanın parıltısını kaybetmek, ortadan kenara çekilmek, gözden düşmek, velhâsıl hayatın dışına düşmek, hikâyelerin ana izleği. “Orta Sınıf”ta memur olacak olan Ahmet Bey’e babasının nasihati şöyle: “Yeter ki gözden düşmemeye bak.” Evet, “düşme”nin en kötü hâli bu galiba. Hikâyelerde dupduru bir anlatım hâkim. Can sıkan, harcıâlem ifadelerle, kalıp sözlerle karşılaşmamız. Bazı hikâyelerde kurgu boşlukları var. Olay halkaları arasındaki geçişler, bir nedenselliğe bağlanmadan “hoppadan” oluveriyor kimi yerlerde. Ağaoğlu, ustalığın özgüveniyle farklı yapılarda cümleleri sakınımsız yan yana kullanıyor. Art arda farklı zaman kipleri tercih ediyor. Biraz yadırgıyoruz böyle bir anlatımı. Fakat şurasını söylemeliyim, -makte/-mekte kipi, öykü anlatımında sevimli bir eylem bildirme biçimi değil. 
 
Selim İleri mi söylemişti, şu manaya gelen bir sözdü, “gençliğimdeki yaratıcılığı giderek kaybettiğimi görüyorum, üzülüyorum.” Malûm, yaşla birlik bazı kabiliyetler azalıyor. Bedenî güçsüzlüğü hepimiz biliyoruz, zihinsel yaratıcılık da köreliyor galiba belli bir yaştan sonra. Yaşlılıkta, konuşmak gibi yazmak da tad vermiyor çok zaman.  Adalet Ağaoğlu’nun eserlerini bu kitaptan okumaya başlayacak olan biri, “Aa! O büyük romancı/anlatıcı bu mu” diyebilir. Çok mu acımasız olur, iyi eserlerin sahibi “yaratıcı yazarlar”a belli bir yaştan sonra kurmaca metinler yazdırılmasa. Yıllar evvel okuduğum ROMANTİK Bir Viyana Yazı (1993) romanının edebî tadı hâlâ hatırımdadır. Ağaoğlu’nun bendeki edebî kıymetini bu roman belirlemiş olduğu için Düşme Korkusu, büyük bir yazarın son kırıntılardan üretimi gibi göründü.