29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

İnsan neyi öğrenemez?

Bir insan gerçekten dost olmayı, kırmamayı, incitmemeyi öğrenemez ama sevgili olmayı, aşk yaşamayı ve bununla övünmeyi pekala öğrenebilir. Çünkü o daha eğlenceli, dost olmak daha zahmetli. Peki ya hiç öğrenemeyeceğimiz şeyler var mı? Mesela edebiyat gibi…

ERDİNÇ AKKOYUNLU12 Mayıs 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
İnsan neyi öğrenemez?

Ömrümüzü öğrenmek ve öğretmek için mi yaşıyoruz? Böyle düşündüm de, yaşadıklarımdan öğrenmeye çalıştım... Şimdi ise öğretiyorum demiyorum; olsa olsa anlatabilirim. Ne de olsa ben yazdıklarımdan, siz de anladıklarınızdan sorumluyuz... Eğer anladıklarınıza ilişkin bir mesuliyeti kabul etseydim; bilin ki, size öğretiyor olurdum... Bunda anlaştıysak, insanın neyi öğrenemeyeceği konusunda da bir iddiaya tutuşalım mı? Diyorum ki, insan sadece yalnızlığı öğrenemez… Yanına biraz da edebiyatı öğrenemez diye eklemek ise ukala cesareti sayılmaz. Yalnızlığın öğrenilebilecek denli ele avuca sığabildiğini düşünüyorsan, kendi kuyuna hiç düşmemişsin demektir. Ki bu hâl, sonunda çok acılı bir travma yaratan gerçeklerin kayasına çarpmayla sonuçlanır da, henüz böyle bir kazadan mahvolmadan yırtanı görmedim. Ve görmediklerim arasında, hem yalnızlığını dizginleyip hem de edebiyat öğrenebilen de yok…  İnanın bana… Ben kimi şeylerin en sonuncusuyum…

Soralım mı? Önce kendime sorayım. Neden yazıyorsun? Biraz yalnızlıktan kurtulmak için... Ama yazarken yalnızsın, ya bunu ne yapacaksın? Beni biraz sevsinler diye yalnız kalıyorum...  İyi de seni kimse sevmedi ki? Bunu göze almıyorsan yazsan ne fayda, sen yalnız kalmamışsın demektir… Gördün mü, bak çoğul kişiden tekil hitaba geçmek ne denli bir samimiyet ifadesiyse, bir insanın asla edebiyat öğrenemeyeceğini yumurtlamak da pekâlâ o kadar aptal cesareti istiyor. Tevazudan değil gerçekten ben bir aptalım. Ve onca kazıktan, onca yalnız bırakılmadan, onca terk edilmeden hiçbir ders almadım. Yine de hayatın öğrenmek ve öğretmek üzerine bir deveran olduğunu söyleyebiliyorum. Eğer hayata, söz gelimi benim iki yıldır ciğerimi delen derdimden öğrenilmiş merhemi çalsaydım, pekala bir vurdumduymaz olurdum… Bense ilaç aramak yerine türkü dinledim:

“Yüreğime hançer de vurdu. Gül sandım…”

O BÜYÜK YALANCILAR

Vurdumduymazlar, hayat onlara ilk tokadını attığında, geriden gelecek silleleri yiyerek dövüle dövüle kendi kuyularına düşmektense suratlarında patlayan ve benliklerini yerinden oynatan her sarsılmayı, bir sırıtma imkanı olarak görür... Ucuna bir de “Aman boşver…” ekleyerek, işlerine bakarlar: Hayatın en kıymetli yerine vampir çabasıyla gömülürler ve sana güvenenlerle seni sevenlerin inanç damarlarından akan kanı emmeye dair bir diyet yaparlar ki, insan olan hiçbir insan için ömür boyu sürecek bir beslenme olmaz bu… Ama bu vurdumduymazlar, bu besini tek öğün yapar. Üstüne bir de hayatın kendilerine fırlattıklarında ezilmemek için ezmeyi öğrenirken, ‘Hayatı öğrendim’ derler… Dur bir dakika, hayatın öğrettiklerinin öğrencisi benim… Her şeyden kaçan vurdumduymazlar, size de ne oluyor?  İşte bu... Söylenebilecek en büyük yalanlar listesine bile sığmayacak denli büyük bir yalan hayatı öğrendim demektir ve bunu vurdumduymazlar söyler...

Hiç vurdumduymaz olamadım ve hayatın sürekli ne öğreteceğiyle ilgilendim. Belki bu kadar çalışkan bir öğrenci olduğum için de gözümü yaştan ayıramadım. Kafamı da çoktan başka hayatlara yelken açanların ardından söylenen en popüler veda sözcüğü “Aman boşver” diyemeden onların hayalleriyle doldurdum. Bir insan eğer hayal etmiyorsa, vurdumduymaz da değildir de, fazla boşver ifadesi kullanmaktan umut mekanizmasını yıpratmıştır. Hem umudunu yitirmek adlı bu ilan da versen kimsenin hiçbir ödül karşılığında kolundan tutup getirmeyeceği kaybolma hali, yitişlerin en edebisidir. Umudunu kaybettiysen ya yazıyorsundur ya da okuyor... Gördün mü? Sana edebiyat öğrenilmez demiştim. Yalan mı..? Pekala söyledim...

Hayatta öğrenilmeyecek şey yoktur. Hayat seni alıp, bir şeyler öğren yahut öğrendiklerini sus veya kus diye gönderildiğin yerdir...

CEVABI VERİYORUM

Ama sen burada sadece edebiyatı öğrenemeyeceksin. Israrcıyım... Öğrenemeyeceksin... Debenelenceksin, çalışacaksın, uğraşacaksın ama kitleleri peşinden koşturacak yazma iksirini, kendi tadını, yazının rengini ve çok inanırım buna özel kokusunu bir türlü bulamayacaksın... Hayır senden önce bunları çok güzel icat eden yazı simyacıları olduğu için değil. Zaten listeyi biliyorsun. Uzatmayacağım... Bunu yapamayacaksın, çünkü edebiyatı öğrenmeye gönlün yok. Sen edebiyat öğrenmek için hele ki 21. yüzyılın, “Birey her şeydir, dünyanın merkezidir ve her şeyi yapabilir... Hiçbir kural tanımaz” kuralına bağlısın... Örneğin bundan 500 yıl önce Fransa’da yaşaymış ve ölüm korkusuyla Denemeler’i yazmaya başlamış Montaigne’nin dediği gibi ‘Aşk, utanma ve çekinmenin olduğu yerde vardır’ sözüne uymazsın. Çünkü bugün kim karşındakinden utanmıyorsa ve hamle yapmakta çekinmiyorsa, o, onu fethediyor...

Bu işgal, iki tarafın da birbirinde bulmak için çaba sarf etmeden karşılarına çıkanlar tükenince çok kavgalı sonlanıyor. Anladın mı şimdi? Sen yaşadıklarını öğrenmiyorsun… Bir vurdumduymaz gibi yaşadıklarından adına ders diye yanlış terimler kullandığın vahşileşmeyi ele alarak, sana yapılanı bir başkasına yapıyorsun. Böyle yapmasaydın biraz edebiyat bilirdin. Hani sadece klasikleri okumaz, yeni çıkanlarla da ilgilenir ama popülerliğin ciltlediği ışıltı örtüsünü kaldırır, yalnız yaşamış ve yalnız yazmışların da romanlarıyla, öyküleriyle ilgilenirdin. Oysaki Türkiye’de sadece çok satanlar çok satıyor… Hiçbir yeninin, popülerliğin yolundan geçmiyorsa rotası, senin de okuma radarına girmesinin imkanı yok. Böyle olunca da sen edebiyat öğrenemezsin. Hep klasik okumak seni okur yapar ama edebiyat bilen yapmaz. Mesela, hayatın öğrettikleri üzerine kendinle hesaplaşmadıysan eğer… Dur… Dur… Montaigne versin cevabını, “Plinius’un dediği gibi ‘Herkes kendisi için bir derstir, yeter ki kendini yakından görmeyi bilsin. Benim yaptığım, bildiklerimi söylemek, değil kendimi öğretmektir. Başkasına değil kendime ders veriyorum…”