28 Nisan 2024 Pazar / 20 Sevval 1445

Kimin çırağıdır şair?

Şair, sözünü; “cehennemi soğutmak” çabasıyla kurar, arar, söyler Koytak’a göre... Kitap boyunca kelimelerin peşindedir, kelimeleri kolay kolay beğenmez ve Allah’tan kendisine kelimeler bahşetmesini istirham eder. Bu kitap, bir yakarışlar kitabı. Koytak, yakarışlarını alışık olduğumuz haliyle, “günlük’’ şeklinde dile getiren bir şair.

SİBEL ERASLAN10 Mart 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Kimin çırağıdır şair?
Ben şiiri hep taarruzdur zannederdim. Şair, gemisini göklere süren bir kaşif gibi gelirdi bana. Şimşekleri, nebulaları hiç korkmadan elleriyle yakalayan, biraz da öfkeli biriymiş gibi zannederdim şairi... 
 
Oysa Alçak Sesle ve Divanece adlı kitabında şair Cahit Koytak’ın başka bir alem var: Bu kitap taarruzun değil müdafaanın kitabı, insanı müdafaa!
 
Yalnızlığına yine yapyalnız birisi şair ve cüretkarlığına gene cüretkar bir kimse, soruları dilekleri oldukça yüksek. Ama başka bir şey var bu kitapta. Bu kitap bir fısıltılar kitabı... Şairin Rabbi ile bitimsiz duraksız fısıltıları... Rabbiyle o kadar sen’li ben’li ki bu kitap, sanki Hallac-ı Mansur’un asırlar evvel yüzülen derisini, melekler binbir sabırla binbir maharetle dikmiş de Cahit Bey’in üzerine atıvermiş gibi... Hallac-ı Mansur’un elbisesini giyinmişse bir şair, evet savunması divanelikten başlamalıydı, o da öyle yapmış...
 
Boşa dememişler, “Amantes sunt amantes’’ diye, evet: Aşıklar delidir...
 
ALLAH’A HAS BİR OKUMA
 
Aşk adına çok değerli, dokunulmazlıklarla dolu, yüksek karşılıksızlık, vefa, feda ve fena yolculuklarıyla tarif edegeldiğimiz büyük bir birikimin içinden yürüdük. Mahremiyet ve mesafe esaslı sevda anlatılarımız bize hem Sevgili’yi hem de sevgilileri, ulaşılmazlık ve aşkınlık üzerinden tarif etti. Biz şimdiye kadar, pervanenin ışıkta yanışıyla bitirdik bütün masalları. Pervane aşıktır ve kendini ışıkta yakmadan bir türlü huzura ermeyecektir, yanmak onun adeta kaderidir ve bu bir kehanet olmasa da masal daha baştan bellidir; aşkta yanmadan aşık olunmaz. Sevgili de sevgililer de erişilmez oldukları için mükemmeldirler...
 
Cahit Koytak, bu aşk geleneğine yeni bir nefesle yeni bir açılım getiriyor. Tanrı, yine erişilemez bir yüceliktedir, şair bunu gayet iyi bildiği halde, mesafe aynasını kendi kalbine tutar ve orada adeta Rabbini temaşa eder. Rab, çok uzaklarda ve erişilmez olmaktan çok (yine öyledir de) kulun kalbindedir, kalbin derinliklerindedir, kalbin tamamındadır. Kuluyla iç içedir. Pervane masalı, Cahit Koytak’ta pervanenin yanmasıyla bitmez, evet Pervane yanar ama ardından ışık olur, yani bir tür ‘’raciun’’ gibi Tanrı’ya geri dönüş, O’na ilhak oluş... Ama ilhak oluşla da bitmez şairin meseli... Tanrı’ya ilhak oluşla birlikte bir uyanış peyda olur, bilinç yeniden ferdileşir ve kul olduğunun farkına varır. Ama bu serüven büyük bir dostluk sınavıdır aynı zamanda. Şair ‘’Yol Arkadaşım’’ diye hitap eder Rabbine. ‘’ Sen, Sevgili Usta’m, yüceler yücesi Rabbim’’ diye haykırır... İnsanoğlunun topraktan yaradılışına telmih ederek, Tanrı’yı ‘’çömlekçi Ustası’’ olarak zikreder. Şair işini Allah’tan öğrenen kişidir. ‘’Sen, ilk ve son okurum benim’’ mısraında, hilkatin sırrını okuma üzerinden açmayı dener, yaradılış ve kıyamet, Allah›a has bir ‹›okuma››dır...
 
Şair, sözünü; “cehennemi soğutmak’’ çabasıyla kurar, arar, söyler Koytak’a göre... Kitap boyunca kelimelerin peşindedir, kelimeleri kolay kolay beğenmez ve Allah’tan kendisine kelimeler bahşetmesini istirham eder. Bu kitap, bir yakarışlar kitabı. Koytak, yakarışlarını alışık olduğumuz haliyle, ‘’günlük’’ şeklinde dile getiren bir şair. Şiiri ve yakarışı ve yakinliği, güncelliğe taşıyan bir şair. Bu haliyle, hayat ve şiiri, günlük tutma eylemiyle eşdeş kılar. Şiir güncel bir eylem olduğu kadar, şiire adeta mecburdur da insan. 
 
İbrahimce Sorular’da, törensel yaklaşımların Tanrı ile insanın arasını açtığını söyler şair. ‘’Bir tuhaflık yok mu sence de bir tuhaflık, söze sığmayan, söze ve dostluğa’’ diye isyan eder törenlere, protokol kaidelerine... Mesafe ve engellerin sınırlarını zorlar. Ayrılık üzerine kurulu bütün düşünce tekliflerini altüst eder, aşkı adeta içiçelikle tarif eder. Sabah akşam hiç durmadan içimizden sessizce konuştuğumuzdur Rabbimiz.   
 
DAĞLAR İLE TAŞLAR İLE 
 
Cahit Koytak için, Allah ile konuşabilmenin yoludur şiir. Ben kitap boyunca Hz.Musa kıssasını okuyormuşum zannına kapıldım. “Acaba’’ dedim zaman zaman ‘’yanan ağacı gördü mü yoksa Cahit Ağabey’’... Kur’an-ı Kerim›de beni ziyadesiyle etkileyen ayetler Musa Peygamberin Rabbiyle konuştuğu kısımlardır. Tasavvuf düşüncesi Tanrı›nın kuluyla olan yaratım ilişkisini, ‹›tenezzül›› bağlamında açıklar. Tenezzül uçsuz bucaksız bir mesafedir aynı zamanda. Cahit Koytak ise hilkatin sırrını, ‘’dostluk’’tan yana tarif eder. Bir içiçeliktir bu, senli benli oluştur. Ben Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş Veli’nin dağlar ile taşlar ile çağırdığı Mevla’yı okudum bu kitapta, nehirler ve bülbüller ile, geyikler, güvercinler, ağaçlar, böcekler, yıldızlar, şarkılar ile hasılı kainatın o büyük ve muazzam orkestrası eşliğinde selamlanan Allah’a yakarışların kitabı bu...  
 
‘“görünmüyorsun, görünmüyorsun ama/ Senin bakışını yansıtıyor olmalı/ görmesini bilene göğün mavisi’’...
 
Bakmayın kitaptaki ‘’alçak sesle’’ vurgusuna... Meleklerin sessizliğinde söylenmiş sözler bunlar. Bu yüzden gümbür gümbür. Bu kritiği Paris’te kaleme alıyor olsaydım, şairin kitabında en çok zikrettiği kelimenin ‘’ben’’ olduğunu ifade ederek başlardım yazıya. Yani bir Fransız için ‘’ben’’, seküler yarılmanın odağındaki kişidir belki, bu yüzden ‘’ben’’ çok kıymetlidir. Ama bizim ellerde, ‘’ben, ben’’ diyenler mazur görülür, Allah’ın huzurunda çocuk görülür, Allah’ın oncağıza mukayyet olacağı umulur. ‘’ben şairim, ben çocuğum, ben deliyim, divaneyim’’ diyor zaten...  Cahit Koytak’ın ‘’ben’’lerini, Necip Fazıl’ın ‘’O ve Ben’’ine benzeterek şairlere has meydan okuma veya tekebbür tavrı diye tarif edecekler çıkacaktır. Ama ben onlardan ayrılıyorum. Allah’ın kendisine mukayyet olmasını uman, isteyen bir ağlayış var bu ‹›ben››lerde... Koytak’ın şiir dilinde ‘’ben’’ kavramı kibrin değil şükrün içeriğiyle, kulluğun bilinciyle tekrar edilen bir zikir gibi. İpince iğnesini kalbine batıra batıra sabırla açtığı güzellik kuyuları var Koytak’ın. ‘’Ben’’in içine içine doğru gittikçe her adımda Allah ile karşılaşan ve gördüğü güzellikten gözleri kamaşan bir çocuk o... 
 
ŞİİR KENDİNİ TUTAMAYIŞTIR
 
Şair sözünü yerinde kullanmayı Allah›tan öğrenmiş bir talebe, bir çırak gibidir. Anahtar kelimeler bahşedilmiştir şaire; ‹›çiçek, bulut, hayat, insan, yol, dağın öteki yüzü›› gibi sözcükler, metaforlarla yüklü yeni içkinliklerle kurar anlam dünyasını. Dili yeniden kurmayı deniyor şair, kelimelerin sınırlarını yokluyor, bu yüzden Molla Kasım’ların eline düşeceğini, sigaya çekileceğini de kısmen biliyor. Ama şiir bir kendini tutamayıştır Koytak’a göre, insanın uyuması, yürümesi, okula, işe gidip gelmesi kadar gündeliktir şiir ve Allah›la buluşmak konuşmak da böyledir. 
 
“.. ama biz, ama biz bağışla, bazen
 marangozun ağacı sevdiği gibi değil de
ağacın kendi yapraklarını çiçekleri
meyvelerini ve meyve kurtlarını
sevdiği gibi sevilmek istiyoruz.’’
 
Tasavvuf birikimimizdeki sevgi teorileri veya ‘’muhabbetullah’’a dair yol teklifleri, netice olarak kulun kemalini, kulun kendisini imha etmesinden, fena bulmasından geçirerek anlatırlar. Fena bulan kul, Rabbinin birliğinde mahvolmuştur, hiçliğe karışmıştır. Hiçlikle hitama eren klasik aşk öğretimize yeni bir merhale yeni bir açılım girişimi olarak da okudum bu kitabı. Aşık hiçliğe karıştıktan sonra, Rabbi ona mukayyet oluyor ve adeta bir ‘’Çömlek Ustası’’ gibi, kuluna ruhunu ikinci defa üfler gibi hayatiyet bahşediyor. Ölmezden evvel basübadelmevt gibi bir şey bu. Yeni bir zaman kuramı dolayısıyla. Aşk, sürekli bir ölüm dirim temrini. Her an yeniden doğan birisi gibi şair.
Ve insan, çok değerli biridir insan! Allah’tan bir nef’âyı içinde taşıyan insan... 
 
‘“Varlığımızın anlamı, elbette Sen’sin,
  elbette Sen’sin, Allah’ım, fakat
  bunu keşfetmek için,
  içimizdeki dağları, çölleri
  ve karanlık dehlizleri
  aşan da biziz!’’   
 
‘’Gündelik olanın sağanağıdan Allah’ın büyük yalnızlığına koşmak isteyenlerin sayısı’’ hiç de az değildir şaire göre. Allah’ın birliğini, eşsiz benzerliğini aynı zamanda büyük ve eşsiz benzersiz bir yalnızlık olarak tespih eden bir şair olarak da kayıtlara geçmelidir Cahit Koytak... Bunlar kuşkusuz destursuz söylenmeyecek kadar büyük ve tehlikeli sözler. Ama hangi aşk tehlikesizdir ki... “Ben abdestimi kendi kanımla aldım da geldim’’ diyen Hallacı Mansur’un divaneliği, ne kadar da zor, ne kadar da biricik, ne kadar da meydan okuyucu ise, o kadar...  
 
Aşk aynı zamanda bir taziyedir... 
Cahit Koytak şiiri bir türbedir, bir ziyarettir.
 
“Senin Yüce İsminle başladığım
 ve isminle bitirdiğim bu kitap 
 hep dua, hep dua, hep çimen çiçek 
 olsun istedim
 
 ve saklayamam -saklanabilir mi hiç-
 hem ‘’ne güzel bir bahçe!’’
 hem ‘’ne güzel bir mezarlık bu böyle!’’
 dedirtmek istedim onu okuyanlara’’