11 Aralık 2024 Çarşamba / 10 CemaziyelAhir 1446

Nesilden nesile bir yazar: Gülten Dayıoğlu

“ÇOCUK KİTAPLARININ SAYILARI GİDEREK ARTTI. BU ARTIŞ 1960’LI YILLARDAN BU YANA ÇOCUK EDEBİYATININ GELİŞTİĞİNİN KANITI. BUGÜNKÜ DURUMUN SEVİNDİRİCİ OLMASI GEREKİR ANCAK BEN PEK SEVİNEMİYORUM.”

19 Kasım 2012 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Nesilden nesile bir yazar: Gülten Dayıoğlu

Bir köy ilkokulunun birleştirilmiş bir sınıfındaki meyve kasasından bir kitaplıkta sararmış kapaklarıyla yan yana dizilmiş -şehirden adlarını bilmediğimiz ağabeyler, ablaların bizler için gönderdiği- kitaplarla tanıdım onu. Ben de sınıfın akıllı ve çalışkan kızları gibi gelen kitaplara merakla koştuğumda sınıftaki diğer erkek öğrenciler “Bu kitapları kızlar okur, sana ne oluyor” demişlerdi. Sanırım kitabın adındandı bu müstehzi tavırları. Fadiş’le başlayan dostluğumun bir gün öğretmen olduğum şehirde, okulda devam edebileceğini hayal bile edemezdim. Yıllar sonra Gülten Dayıoğlu’nu kendi öğrencilerimle buluşturduğumda Fadiş’i okuyan erkek öğrencilerimi görünce tebessümden kendimi alamadım. İşte, böyle nesillerin ortak paydası olabilmiş nadir yazarlardan olan Gülten Dayıoğlu’yla yazarlık serüvenini ve günümüz çocuk edebiyatını konuştuk.

YUSUF ÇOPUR

Ülkemizde çocuk edebiyatının ayrı bir alan olarak kabul görmesinde emeğiniz çok büyük. Günümüz çocuk edebiyatını nasıl görüyorsunuz?

Ülkemizde çocuk edebiyatının kabul görüp benimsenmesi yıllar aldı. Günümüzde çocuk kitabı yazan yazarların sayısı gibi çocuk kitaplarının sayıları da giderek arttı. Bu artış altmışlı yıllardan bu yana çocuk edebiyatının hızla geliştiğinin kanıtı. Bugünkü durumun sevindirici olması gerekir. Ancak ben pek sevinemiyorum.

Niçin, bu güzel bir gelişme değil mi?

Çünkü bu alanda rafları dolduran kitapların büyük bir bölümü, çocuk kitapları oluşturma ilkelerine uymuyor. En başta çocuğa görelik göz ardı ediliyor. Dil savruk, konular klişe anlatım çalakalem. Böylesine nitelikten yoksun kitaplar yine de bol bol alıcı buluyor. Üstelik titizlikle yazılmış nitelikli çocuk kitapları bu kaba gürültünün arasında eriyip gidiyorlar. Altmışlı yıllarda ben çocuklar için yazıp ‘çocuk edebiyatı, özel bir yazın alanıdır’ diye direnirken böyle bir sonuca ulaşılacağını düşünmemiştim doğrusu.

Türkiye’nin hemen her ilinde yıllardır okur-yazar buluşmaları yapıyorsunuz. Bu buluşmaların yazarlığınıza nasıl bir katkısı oldu?

Ülkemizin dört bir yanından aldığım davetlere uyarak, okurlarımla buluşuyorum. Söyleşi ve imza günlerinde onlarla bütünleşme olanağı buluyorum. Bu etkileşimler yazarlığıma yeni ufuklar açıyor, yeni deneyimler yepyeni renkler ve soluklar kazandırıyor.

Peki siz ilk olarak okuduğunuz hangi kitabın yazarıyla buluştunuz? O an neler hissettiniz?

Ben çocukken, yazarla karşılaşmak bir yana kitap bulmakta bile zorlanıyorduk. Sanırım otuzlu yaşlarımda Ankara’da Aziz Nesin’le yüz yüze geldim. Sevinçten yere göğe sığamadım. Ona birkaç soru sordum. Aldığım yanıtlarla sanki başım göğe erdi. Üç dört kitabını okumuştum henüz. O görüşmeden sonra tüm eserlerini okudum.

“ÇOCUKLARLA GENÇLERLE BULUŞTUĞUMDA, KENDİMİ ÖĞRETMEN GİBİ HİSSEDİYORUM.”

Üniversite yıllarında hukuk fakültesini yarıda bıraktınız. Daha sonra dışarıdan eğitimle üniversiteyi bitirip ilkokul öğretmeni oldunuz. Öğretmenlik sizin için ne ifade ediyor?

Öğretmenlikten, sağlık nedeniyle ayrılırken çok ağlamıştım. Hem de günlerce sürmüştü bu halim… Ama boşuna ağlamışım, diyorum. Çünkü hayatım hâlâ çocuklarla geçiyor. Onlar öğrencilerim değil ama okurlarım. Buluşma ortamlarımız da çokluk okullar…

Geriye dönüp baktığınızda hayatınızdaki en büyük “keşke”niz ne oldu?

Eğer hayatta kalırsam 2013’te ellinci sanat yılıma erişmiş olacağım. Son on yılda hayatımın keşke’lerini ben de düşünür oldum. Ama öylesine az ki bu keşkeler. Sonuç beni sevindiriyor.

Edebiyat dünyasında en büyük kırgınlığınız kime oldu?

İnanır mısın Yusuf, edebiyat dünyasında hiç kimseye kırgın değilim. Ben de kimseyi kırmamaya özen gösterdim. Meslektaşlar arasında sürtüşme kaçınılmazdır. Ben bu sürtüşmeleri bile az yaşadım. Yazarlığımın ilk yıllarında “Çocuk Edebiyatı diye ayrı bir yazın türü yoktur. Sen bir ilkokul öğretmenisin, haddini aşma“ diyenlere bile kırgın değilim.

Kuşaktan kuşağa okunan bir yazar olarak geçmiş yıllarla günümüzü okuma alışkanlığı ve tercihleri bakımından karşılaştırdığınızda nasıl bir değişim ortaya çıkıyor.

Ulusal okuma oranımızın düşüklüğü bu görüşlerin en önemli kanıtı. Ancak ben yine de çocukların; bilgisayar, televizyon vb. etkenlere karşın kitap okuduklarına inanıyorum. Okuma oranımız yükselmiyor. Çünkü nüfus hızla artıyor. Eğer kitap okunmasa nitelikli niteliksiz, onca kitap basılıp raflara dizilir mi? Yayıncılar bu alanda büyük yatırımlar yaparlar mı? Özellikle çocuk kitapları çok satılıyor. Gençlik kitapları da iyi gidiyor. Çocuklarımız okur–yazar buluşmaları, kitap fuarları, imza günleri söyleşiler nedeniyle kitap okuma alışkanlığı edinmekteler. Dilerim bu alışkanlık hızla ivme kazanır.

MO’NUN GİZEMİ, ÜNİVERSİTE TERCİHİ…

Bugüne kadar okurlarınızdan aldığınız ve sizi en çok şaşırtan tepki nedir?

Mo’nun Gizemi, adlı üç kitaplık gençlik romanı dizisini okuyan kimi gençler bana mail ile kitaptan etkilenip üniversite formlarını doldururken, “genetik mühendisliği”ni yazdıklarını, adeta müjdeliyorlar. Halen bu dalda okuyanlar bile var.

Kitaba, yazara ulaşmanın çok kolay olduğu günümüzde kitap fuarlarının işlevini ne olarak görüyorsunuz?

Kitap fuarlarının en önemli işlevi, her türden kitabı bir arada bulmak. Bir de okurların yazarlarla buluşup kitaplarını imzalatma hatta söyleşme keyfi var. Yabancı ülkelerdeki kitap fuarlarında, kitap satışı yapılmıyor. Ülkemizdeki kitap fuarlarının bir artısı da okurun indirimli kitap satın alabilmesi. Ayrıca fuar sürecinde yapılan etkinlikler de doyurucu oluyor okurlar için.

Tüyap Kitap Fuarının bu yılki onur konuğusunuz. Neler hissediyorsunuz?

Doğrusu 31. Tüyap Kitap Fuarını onur yazarı seçilmem beni sevindirdi. Sağlığımda böyle bir onura erişmek çok güzel. Bu olay bence çocuk edebiyatına verdiğim Elli yıllık emeğin ödülü.

Bir yazar için elbette her kitabının yeri ayrıdır. Sizin için Fadiş’in yeri daha başkadır sanırım. Yanılıyor muyum?

Fadiş benim ilk romanım. Üstelik bu kitabı kurarken, kendi yaşamımdan esinlendim. Benim annemle babam da ayrılmışlardı. İki arada bir derede kalışım, besbelli içime işlemiş ki, Otuzlu yaşlarıma yaklaşırken yazdığım ilk romanımda, çocukluktan kalma yürüyerek sızıları belleğimde dirilmiş.