29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Pascal üçgeni gibi büyüyen öyküler

MEHMET KAHRAMAN IŞIKLAR AÇIK KALSIN’DA HİKAYESİNİ YOĞUN BİR DİL İŞÇİLİĞİ İLE ANLATIYOR. KİTAPTA RİTMİ DÜŞEN, SIRADANLAŞAN TEK ÖYKÜSÜ BİLE YOK.

ALİ GÜNEY14 Temmuz 2016 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Pascal üçgeni gibi büyüyen öyküler

Işıklar Açık Kalsın Mehmet Kahraman’ın ikinci öykü kitabı. Hece Yayınları’ndan çıkan kitapta 14 öykü var. İlk kitabı Minareden Düşen Ezan’da okuduğumuz öykülerdeki izleğin devam ettiği bu kitapta, oturmuş bir dille ve yoğunluğun giderek arttığı öyküler okuyoruz. Mahalle Mektebi dergisinde öykü editörü de olan Kahraman’ın, öyküyü bir savunma biçimi olarak merkeze alan, yitip giden değerleri, kaybolan ilişkileri, dünyayı değerli kılan unsurları hatırlatma, yaşama tutunma şekli olarak kurduğunu görüyoruz. “Gerçek nedir anlatayım sana.” diye başlayan kitap, gerçekleri, unuttuklarımızı kurmacanın sırlı dünyasına katıyor.

Kahraman hikayesini yoğun bir dil işçiliği ile anlatıyor. Kitapta ritmi düşen, sıradanlaşan tek öyküsü bile yok. Baştan sona akışın bozulmadığı öyküler okuyoruz Işıklar Açık Kalsın’da. Kitabın ilk öyküsü “Gülümseyin,” bir fotoğraf üzerinden askerlik anısının anlatılmasını konu alıyor. Anlatıcı asteğmen olarak askerlik yaptığı sırada gerçekleşen çatışm ada şehit olanları ve onların dokunaklı yaşamlarını öyküleştiriyor. Anlatıcının elindeki fotoğrafa bakarak anlattığı hikâye boğazımızı sıkıyor adeta. Yazar film çeker gibi hareket ediyor, sahneyi kimi zaman yaklaştırıyor kimi zaman uzaklaştırarak o an yaşananları ve geride bıraktıklarını ustalıkla okura sunuyor. Kitaba ismini veren öyküde ise, hasta anne ve hayırsız baba, çocuğun gözünden işleniyor. Kelimeler ilerledikçe kulağınıza bir çığlığın, içinize bir gözyaşının düşüverdiğini hissediyoruz. Anlam, çocukların dünyasında bambaşka bir karşılık buluyor.

NE KADAR BİRBİRİMİZİZ?

“Her şey tam olunca yoruluyor insan. Yorulduk. Biraz dinlenmeliyiz” diyen “Her Şey Güzel Olacak” öyküsü, imtihan vurgusuyla öne çıkıyor. İftar sırada yapılan hayat muhasebesinde birbirimizin imtihanına ne kadar yardımcı olduğumuz, ne kadar birbirimiz olduğumuzu ortaya seriyor. Bu öykünün içimize bir yerlerden sızıvermesi, yorgun dünyalarımızı resmetmesi, öykü finalinin inceliği ile kanaatimce bu öyküyü kitabın “en iyisi” yapıveriyor.

Kahraman, öykü tekniğine hâkim bir öykücü. Ne anlatacağı kadar nasıl anlatacağı üzerinde de düşünüyor, her öyküyü farklı bir anlatım formu ile yazmaya çalışıyor. Bu da öyküsünü hem dinamik hem de okunur kılıyor. Yazar öykülerinde kapalı anlatımı tercih etse de metnin boşlukları okur tarafından kolaylıkla doldurulabiliyor. Bu yüzden bazı öykülerin finali tahmin edilebilirken bazılarında ise okurun hayal dünyasına kalıyor. O, öykülerini teknik üzerine değil, tekniğin gerekliliklerini savunarak kuruyor. Hikâyeleri, insanın içinde “Pascal üçgeni” misali büyüyen bir demete dönüşüyor.  Adalet Ağaoğlu’nun enfes kitabına selam vererek, “Sabaha Çok Var” isimli öyküden bir alıntıyla bitirelim: “Bugünlerde hep bunu düşünüyorum. Dünya bu kan dondurucu duruma nasıl sessiz kalabiliyor? Koca koca adamlar gece yarısına dek süren programlarda tartışıyorlar. Sonuç?  Bakış açısı gerçeğin algısını değiştiriyor. Biri vahşet derken görüntülere, diğeri hak mücadelesi diyor. Herkes kendi ideolojisiyle bakıyor olaylara. Ya ben? Ben ne yapıyorum. Uzaktan bakan biri olarak çocuklar etkilenmesin diye kanal değiştiriyorum. Bu ikiyüzlülükle kılıyorum namazımı…”