30 Nisan 2024 Salı / 22 Ramazan 1445

Şiir insan, nesir deterjan kokar

HAYRİYE ÜNAL: “ŞİİR İNSAN KOKAR, NESİR DETERJAN KOKAR, TEMİZDİR KOKUSU. ALÇALDIKÇA ŞİİRE ULAŞIRSINIZ, AYILDIKÇA DÜZYAZININ VAKTİ GELİR. YÜKSEĞE DÜŞÜRÜR ŞİİR, BAŞDÖNMESİDİR; DÜZYAZI TUTAR AYAĞA KALDIRIR.”

HALE KAPLAN ÖZ12 Ocak 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Şiir insan, nesir deterjan kokar

Hayriye Ünal’ın Başkalarının Sınırlarında Şair isimli kitabı, Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) 2016 Kültür Sanat Ödülleri’nde ‘Eleştiri’, Türkiye Yazarlar Birliği 2016 yılı “Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları” Ödülleri’nde ‘Edebi Tenkit’ dalında ödüle layık görüldü yakın zamanda. Hece Yayınları arasından çıkan kitap, kısaca ‘eleştirinin eleştirisi’. Ünal ile şiir tarihinin önemli bir dönemecini, eleştiriyi konuştuk.

- Başkasının Sınırlarında Şair, şiir tarihi yazılırken düzyazının ve özellikle eleştirinin temel belirleyici olduğunu iddia ediyor. Şiir tarihi eleştirmenler olmadan yazılamaz diyorsunuz.  Şiiri konuşmak, düşünmek, yazmak neden bu kadar önemli?

Ben gaddarlıktan her kaçtığımda kendimi edebiyatın sıcak yuvasında buldum. Hâlen gidilecek en güzel ülkenin edebiyat olduğunu tecrübe ediyorum. O ülkede dolaşırken gizli ve görkemli laboratuvarlar gibi antolojileri keşfettim. Şiir yapmak, kendinizden de koparıp koyduğunuz bir deney, her seferinde ne çıkacak bakıyorsunuz. Değişiyor çünkü. Ne isterseniz koyabildiğiniz bir şey, özgürlüğün tadını ilk şiirle aldım. O süreci iyi anlamak gerekiyordu. Başkaları nasıl şiir yapıyor? Bu güzellik nasıl doğuyor? Aklı doyurmayan bir şeyin ruhu doyuracağına inanmam. Şiire dair yazmak aklın şiir üzerinde gezinmesini sağlıyor, keşif sağlıyor. Bazen üzerine yazarken birden bir şairden soğuyabiliyorsunuz, çünkü şiir uçuyor birden, bu soğuma şiir zayıfsa olur. Güçlü şiirse akıl karşısında iyice güçlenir. Heybeti artar. Zayıf şiirin aklı doyurmayıp birtakım ucuz tatminler sağladığı vaki. Eleştiri işte bunun için önemli. Şiirin tatmin düzeyini yükseltmeye zorluyor, ortamı zorluyor, dolaylı olarak şairleri zorluyor. Keskin eleştirmenlerin olduğu bir edebiyat ortamında düzey yükselmek zorunda kalır.

İyi şairlerin hepsi yazarak yetiştirmiş kendisini. Şiire dair bir şey öğrenmek istediğimizde rehberimiz iyi şiirin kendisi olduğu kadar iyi şairin şiir anlayışını sergilediği düzyazılar. Eleştiriye ek olarak mektuplar, günlükler ve söyleşileri de çok önemsiyorum. Bir şairin şiirini anlamak dünyasını anlamaktan geçer, dünyasını anlamak istiyorsam o ne yazdıysa okurum. 

- Kitabın konusu kendi ifadenizle “Eleştiriyi eleştirmek”. Bundan ne anlamalıyız?

Kitabın konu nesneleri, eleştirmenler ve eleştirme işi. Kitaptaki yazıların amacı şiir yazmanın değil eleştiri yazmanın dinamiklerini açıklamak, mevcut eleştirinin aksayan yerlerini işaret etmek, eleştirinin rolünü belirginleştirmek, ve tabii mıntıka temizliği biraz da. Sistem oluşturmak önemli, Türkiye’de eleştirinin nasıl (da el yordamı) yürüdüğünü de göstermek istedim. Bu koşullara rağmen eleştiri yapanlar -kitapta da değindim isimlerine- muazzam kıymetli. Çünkü adam bir yandan enkaz kaldırıyor bir yandan sistem kurmaya çalışıyor bir yandan yeniyi anlamlandırıyor, komple bir şey bu. Sokrates gibi fikrin ebesiolmak da gerekiyor.

- Edebiyat hurafeleri kitabın en dikkat çeken bölümlerinden: Düzyazı Düşmanlığı, Eskatoloji ve Şiirde Avamlığın Methi. Eleştiriye mukavemetin temelinde ne yatıyor?

Eleştiri, tembelliği kovuyor, eleştirinin olduğu yerde vasatın hüküm sürmesi zor. Vasat dediğimiz şey orta derece demek, bir vasıf. Olumlu veya olumsuzluk ifade etmiyor, olması mukadder zaten. Grafikte yoğun olan bölgenin ortada olması, yani 100 ve 0’ın daha seyrek olup 45-65 ortalamanın sık olması durumu. Fakat eleştiri diyor ki, beynin kalan kısmı da harekete geçirilebilir ve 45’ten 80’e doğru çıkabilir diyor ortalama. Ve diyor ki eleştiri, 55’e, vasatsın. 55 istiyor ki, 99 gibi kabul görsün. Ve elbette 55 civarında nüfus çok yoğun ve o nüfus üzerinde çok sayıda ticaret dönüyor. Kültürün harcı karılmak zorundadır, Virilio’nun deyişiyle “durmak ölümdür”. Dolayısıyla eleştiriye bireysel karşı çıkışlar kadar kurumsal bir mukavemet de vardır.

- Eskatoloji meselesi üzerinde durulmayı hak ediyor. Özellikle 80’den sonraki şiirin üzerine çokça gidilmesini neyle ilişkilendiriyorsunuz?

Eskatoloji tabirini din felsefesinden ödünç aldım. Dünyanın sonuna dair mit ve teorilerle ilgili. İyi şiir ortaya koymak yerine şairlerin şiirin yokluğundan ve şiirin sonundan bahsetmeleri fevkalade can sıkıcı. Kendi zamanından şikâyet etmek bir edebiyat modasıdır, değişmez bir moda. Çünkü bir türlü konduramaz adam, yanı başındaki adama kıymeti. Aslında kendi özüne değer vermemekten. Ölüm; kusurları yok ediyor, geçmişte kalanın insani kusurları unutuluyor, sadece eserleri konuşuyor. Bu nedenle kişiler, geçmişe atıf yapmayı seviyor, ölüler çok kullanışlı. Daha önemlisi şu: Değer biçmek herkesin harcı değil. Zaten pahası belirlenmiş, sevilen eski bir adamı övmek kolay. Aklın şiire eriyorsa yaşıtına değer biçeceksin.

Şu an Pound ve Joyce’un yazışmalarını yayına hazırlıyorum, bir şairin bir romancıya yazdığı anda eşzamanlı nasıl değer biçtiğine -ve belki de değer kattığına- inanamazsınız…  Bu da bir deha tabii. Eskatolojinin sebebi çoğunluğun hazır yiyici olmasıyla ilgili. Adam, bir şair, önüne çatal bıçak eşliğinde ve porselen tabak içinde -şiir tarihi ateşinde iyi pişmiş olarak- yahni gibi servis edilene kadar onu tüketmeyi göze alamıyor. Kaç kişi hızla koşan bir geyikten bir ısırık alabilir?

Şunu da eklememe izin verin, ölmüş olan şairlere değer verdiren de eleştiridir. O şairleri ve şiirleri bugüne taşır ve şiiri zinde tutar, akılda tutar. Şiir ve şairi, sanıldığı gibi onu sevenler tarafından yüceltilmez, eleştiriden geçtikten sonra yücelir; zamansızlıktan zamana eleştiri eliyle taşınır. Şiirsever farkında olsun olmasın, şiirle onun arasındaki bağı kuran eleştirmendir.

- “Bu kitap nesir maceramın beni getirdiği yerde doğdu” diyorsunuz. Nesir yolculuğunuzun şiirinizi ne yönde etkilediğini sormak istiyorum.

Her yazdığımı okura sunmamak gibi bir güç beğenirlik sağladı bana. Şiir ve düzyazı birbirini besliyor, biri diğerinin alanını genişletiyor. Yazı yazarken araştırma aşamasında öyle bir tazyikle -başkasının dünyasıyla şiddetle- karşılaşıyorsunuz ki, şiir yazdıran bir basınç oluşturuyor bu. Kaleminizi dinç tutan bir alışkanlık kazanıyorsunuz. Sözgelimi son günlerde Haşim okuyordum, hem şiiri hem de eleştirisi üzerine yazıyorum. Haşim’in yazdığı her şeyi okuma gereği duydum. O günlerin dünyasına gittim, onunla nefes alıp verdim, o günün şiiri, dünyası, magazini bir anda beni içine aldı. Bunu her çalışmada yapınca geniş bir şiir görgüsüne ulaştırıyor kişiyi. Âdeta yaşıyorlarmış gibi dünyamızın temelinde başka iyi şairlerin mevcudiyetlerini hissetmek, kendimizi tarihsel seyir içinde izlemek gibi. “Kendimizle buluşmak” gibi. Nesir yolculuğum böylece şiirlerimin olup olmadığını da söylüyor bana.

- "Her millette olduğu gibi bizde de kelimeleri şiir canlandırmış, nesir sadece kullanmıştır" diyor Yahya Kemal. Kelimeler merkezinde şiir ve nesri siz nasıl tanımlarsınız?

Şiirde dil, dışarı göndermez okuru, sözcükler ve unsurlar, ritim, ölçü, harf, şekil… Birbirlerine çarparak enerji üretir ve o enerji hep kapalı bir sistemde infilak edecek gibi durur. Oraya giren her unsur tikel kalmalıdır. Şiiri dışarı doğru açmaya çalıştıkça, iletişime açtıkça, onu bir şey iletmeye zorladıkça… Atmosfer yutar o enerjiyi, şiir uslanır gider. Şiirin körü körüne bir şeyin hizmetkârı olduğunu görürsünüz. Piyasa bunlarla dolu bugün. Kitapta değindiğim başkasının sınırı da bu açıkları kastetmektedir. Ancak nesrin şüphesiz hedefi vardır, bilhassa eleştiri ve deneme türlerinde. Sözcükler düzyazıda bağlamlar oluşturmaya adanır. Şiiri müzikle nesri mimariyle ilişkili düşünmek yanlış olmaz. Kabaca Yahya Kemal’le hemfikir olduk galiba.

Şiir insan kokar, nesir deterjan kokar, temizdir kokusu. Alçaldıkça şiire ulaşırsınız, ayıldıkça düzyazının vakti gelir. Yükseğe düşürür şiir, başdönmesidir; düzyazı tutar ayağa kaldırır.