9 Mayıs 2024 Perşembe / 2 Zilkade 1445

Taşkın bir oryantalizm: Saraydan Kız Kaçırma

9. Uluslararası İstanbul Opera Festivali kapsamında Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operası Arkeoloji Müzesi bahçesinde sahnelendi.

MELİS GÖNENÇ29 Haziran 2018 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Taşkın bir oryantalizm: Saraydan Kız Kaçırma

Temsilin başlamasına birkaç saat kala usulca yoklayan yağmur, “acaba iptal edilir mi?” endişesini doğurduysa da, korkulan olmadı ve İDOB’un aldığı risk, sandalyelerdeki hafif ıslaklıktan öte bir sonuç doğurmadı.

Saraydan Kız Kaçırma’nın festival jokeri, hatta temcit pilavı olduğu eleştirilerine gelince; yeni izleyiciler ve yeni cast dikkate alındığında, bu eleştiriye katılmak kolay görünmüyor. Ancak reji açısından bakıldığında haklılık payı olduğu da söylenmeli.

Çoklu organ yetmezliğinde bir reji

Yekta Kara, olabilecek en oryantal, en statik, en “bir deri bir kemik” rejiyi başarmış. Rejide “tasarruf” refleksi, dramatik yalınlık vurgusu için gerekli bir önlem olabilir. Burada ise, “dramatik” alanın bütünüyle silikleşmesine yol açmış. Singspiel’deki zorluk, lirik ve dramatik ölçüsünü iyi ayarlamaktır. Işık, dekor, kostümler… Hepsi söz konusu “dramatik”in boyutlandırılmasına yöneliktir.

Temsilin hiçbir anında, kaçma girişimi dahil, heyecan ve canlılık esinleyen bir dramatik kurgu yoktu. Sahnede hiç kimse, gerekli teatral kapasiteyi gösteremedi. Reji herkesi tornadan geçirdi. Her yönüyle bir “gestus” yapaylığı hakimdi.

Mozart’ın vazgeçilmezi olan eğlendirici/komik eksen, çok daha insani ve karmaşık olması gereken Osmin tipinin, kaba bir dışavurumcu estetiğe yaslanmış grotesk karikatürüyle giderilmeye çalışılmış: Blondchen’e bütün armut, ya da muz kabuğu yedirmeye çalışmak, göğüsleri arasına üzüm tanesi atmak, müze binasından atılan üzümleri ağzıyla yakalamaya çalışmak, uzun hava okur edası vb. ancak bir vodvil sahnesine yakışacak çok cılız yaratıcılıklardır.

İlk başlangıçlar o kadar hızla sıkıntılı bekleyişlere dönüştü ki, dikkatleri toplamak ve canlılık dopingi için, konuşmalı bölümlere Türkçe yerleştirme yoluna gidilmiş. Zaten gerçeklik ve inandırıcılık sorunu tavan yapmışken, bir de şu tuhaf tablo: Selim’in Türkçe ifadesini, Konstanze anlar ama Almanca yanıt verir, tabii Selim de onu anlar. Aynı durum Osmin-Pedrillo, Selim- Belmonte diyaloglarında da yaşanır. Yani, 3. kuşak “Alamancı” gençliği örneği…

Doğal dekor olarak kullanılan bahçe ve müze binası iyi bir değerlendirme ile oldukça işlevsel olabilirdi. Kostümlerdeki oryantal şerbet, kolaycılığın tipik göstergesi. Tahta valizle saraya gelen Belmonte’nin, Pedrillo’nun taşıdığı “Samsonite” tarzı bir çantayla kaçmaya yeltenmesi ayrı bir “yaratıcılık”!

Işıklandırmaya gelince, ay ışığında oynansaydı daha anlamlı olurdu. Sahne ve çevre ışıklandırması, yapıtın reji kusurlarını fazlasıyla taşıyor: Cansız, donuk, buzlu.

Maestro ve orkestra

Orkestranın, sahnenin bakış açısı dışında konumlanması, solistlerle şefin baget temasının kopmasına yol açmış. Bu da, içli/üzünçlü olan ile parodi arasındaki dengenin tutturulamaması sonucunu doğuruyor. Sahnede eksik olan canlılığı, Lazarov’un müzikal olarak giderme uğraşı hep hissedildi. Oda orkestrası boyutunda, açık havada olma elverişsizliği de dikkate alındığında, bütünlüklü bir tını hedefi önemli ölçüde başarıldı. Peki, singspiel’in “ kalendermeşrep” salınımı bütünüyle verilebildi mi? Evet demek kolay değil. Yine de, Lazarov’un biçemindeki kesinlikten, müzikal malzemenin renk, vurgu ve nüanslarını olabildiğince işleme çabasından söz etmek gerekir.

Solistler

Dramatik renkliliğin pivotu olarak düşünülmüş olan Osmin rolünde Tuncay Kurtoğlu, teatral açıdan tek boyutluluğu aşamadı. Önemli ölçüde reji zafiyetinden kaynaklanan bu durum, en koyu peslerde orkestranın gölgesinde kalmasıyla daha da belirgin bir hal aldı. “Solche hergelaufne laffen” gibi ürküten alanlardaki kromatizm ve nüanslarla kolayca baş ettiğini söylemek iddialı olur.

Mozart’ın Konstanze’si, başkaldıran asil kalpli bir kadın iken, Yekta Kara’nınki kararsız, silik, hatta oportünist izlenimi veren biri. Ayşe Sinem Ekşioğlu’nun yumuşak tınısı, sorunsuz tizleri heyecana ve cazibeye davetiye çıkarmakta zorlandı; dramatik derinlik eksikliği temel sorun. Vokalizlerde netlik izlenimi vermeyişi, yer yer vibrato hâkimiyeti sorunu, işi katmerleştirdi. “Martern aller arten…”de inandırıcılığı oldukça tartışmalıydı.

Son derece enerjik ve güçlü şehvet çizgileri taşıyan, kararlı ve karizmatik Blondchen rolünü üstlenen Zerrin Karslı, rejinin törpülediği bir başka isim. Duru ama parlak olmayan tınısı, yer yer abartılı “gestus”u ile birleşince sahne angajmanında kolay gedikler açılmasına yol açtı. Tabii, inandırıcılığında da.

Belmonte’de Erdem Erdoğan, sıcak ve akışkan tınısına rağmen, oldukça statik bir performans sergiledi. Çekici ve aşık niteliklerine uygun bir sahne angajmanı izleyemedik. Son perdedeki dörtlüde sesi oldukça uzaktan duyuldu.

Ari Edirne, Pedrillo yorumunda, “benim rolüm zaten ikincil” havasında olmasına rağmen, dramatik çaba anlamında herkesten daha hevesliydi. Kurnaz, uyanık, şen-şakrak tiplemesinin içini rejinin dar kalıpları ölçüsünde tıka basa doldurmaya uğraştı. Dörtlülerde en çok onun sesini duyduk. Blondchen ile düetlerinde denge ve uyum vardı.

Ve Selim… Şarkısız rol. Bu role gerçek bir aktörün çıkması gerekir. Kamil Kaplan’ın yalnızca duruşu aktördü. Sesi, vurguları, mimik ve ifadesi heybetli duruşunu tamamen buharlaştırdı. Reji cansızlığı onu da kervanına kattı.

Almanca telaffuz da, ki Mozart müzikalitesinin önemli unsurlarındandır, ciddi sorun olarak kendini listeye kaydettirmeyi unutmadı.

Her şeye rağmen, Saraydan Kız Kaçırma’nın farklı reji ve cast’larla, bir Festival klasiği olma yolunda ilerlemesi dileğiyle, emeği geçen herkese teşekkürler.