26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Necip Fazıl ödülünü duyunca şükür namazı kıldım

Bu yıl ilk kez verilen Necip Fazıl Uluslararası Kültür Sanat Ödülü, Bosna Hersekli kültür insanı, yazar Cemalettin Latic’e verildi. Yakın dönemde Avrupa’nın ortasında yaşanan Bosna savaşında bir milletin acılarının uluslararası edebi kamuoyuna taşınmasında önemli katkıları olan Latic, aynı zamanda Bosna Hersek milli marşının da yazarı. Ülkesinin kurucu lideri Aliya İzzetbegovic ile yakın çalışma arkadaşı olan Latic, Sirebrenitsa Cehennemi adlı kitabıyla savaşın yıkımlarını unutulmamak üzere kayıtlara geçirdi. Aynı zamanda Türk edebiyatının Bosna’da tanınması için çalışmalarda bulunan Cemalettin Latic, Bosna Hersek ile Türkiye arasında köprü vazifesi gören aydınlardan biri. Latic ile Üstad üzerine konuştuk… Latic’in sözleri öylesine etkili ki ve anlamlı ki ben aradan sorularımı çıkarıyorum ve Latic’in söyledikleriyle sizleri baş başa bırakıyorum.

BEDİR ACAR19 Aralık 2017 Salı 07:00 - Güncelleme:
Necip Fazıl ödülünü duyunca şükür namazı kıldım

Ben de esir ve yalnız oldum

Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim: İlk defa Necip Fazıl ismini duyduktan sonra ve bizim en büyük Türkolog Prof. Dr. Kerime Filan hanımefendi tarafından Boşnakçaya çevirmiş eserlerini okuyunca ben - estağfirullah, mütevazi olamamaktan korkuyorum ki - Necip Fazıl’ı manevi kardeşim ve hocam olarak hissettim. O sessiz bir edebi şahsiyetti ve ne kadar sessiz olduysa sözü o kadar daha uzağa gitti; o yalnızlığın şairiydi, Allah ismine sırtların dönüldüğü bir dönemde, ümidi geri getiren bir kaygının şairiydi. Hapse atılmış, reddedilen ve sonrasında ruhunda özgür olan Yusuf a.s. gibi kabul görmüş ve sevilen bir esirdi. Bu saydığım merhaleleri kendim geçtiğim için söylememe izin verin ki; şiirlerinin motifleri benim şiirlerimin motifleriyle yakın ve benzerler. Ben de esir ve yalnız oldum, nefret edilen ve reddedilen biriydim fakat sonrasında saygı değer ve kabul edilen biri oldum. Milletim, manevi ve biyolojik olarak yok edilmekle tehdit edilirken ümidi geri getiren poeta vates (belirleyici şair)iydim.

PADİŞAH İSTANBUL

“İstanbul şiiri’’ isimli bir şiir yayınlandım ve onu bütün şehirlerin padişahı olan İstanbul şehrine ithaf ettim. Bu şiirimi yayınladıktan sonra Necip Fazıl’ın da İstanbul’a ithaf ettiği şiiri olduğunu öğrendim. İkimiz, İstanbul’un manevi aşk kaynağı ve Mekke, Medine ve Kudüs-ü Şerif’ten sonra manevi merkez olduğunu gördük. Nasıl bir benzerlik!- ama hiç karşılaşmadık.

RABBİMİN BANA HEDİYESİ

Saygıdeğer jüri, bu ödülü bendenize vermekle gerçekten büyük bir teveccüh göstermiştir. Bu rüzgar türbinine bırakılmış, kadim Osmanlı İmparatorluğu’nun ucunda bir köyden, Adriyatik Denizi’nin bir bölgesinden, Ezanı Muhammediyye’nin tükenmek üzere olduğu bir yerinden birine ve edebiyatına bu ödülün layık görülmesine nasıl teşekkür edilir? Ki bu ödül, Türk Edebiyatı ve kültür birikimine büyük değer katmış Necip Fazıl Kısakürek’in adını taşıması sebebiyle çok daha değerli bir konuma yükseliyor. Bu hediye benim nezdimde, alemlerin rabbinden bana bir hediyedir. Ve’s-salatu ve’s-selamu ‘ala sejjidina ve nebijjina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi edžme’in.

Batılılaşan aklımız Komünizmle şarhoş olan aydınlarımız…

Bu ödülü Türk Devletinin mirasına iltifat olarak görmekteyim - ki bu miras yok edilmekle ve tarihin tozlu raflarına gönderilmekle tehdit olundu. Biz şimdi yavaş yavaş kendimizin Osmanlı-İslam kaynaklarımıza dönmekteyiz ama bizim batılılaşan aklımız ve komünizm ile sarhoş olan sanatçılarımız hala İslam tarafından ilham edilen ve Osmanlı zamanında ortaya çıkan eserler ve anıtları umursamıyorlar. Ben divan şiirlerimin şeklini eski şiirsel formuna döndürdüm: gazel, mesnevi, rubai, tahmis...  Kendim denemelerimde, dramlarımda ve romanımda, hamd olsun, geniş, güzel ve sevimli Osmanli-İslam alemini canlandırdım. Romanımda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Rumeli topraklarında Boşnakların hüznü, kaderi ve diğer müslüman milletlerin hıristiyan ülkelerinde Antiislami ve Antitürk ideolojilerine maruz kalmalarına değindim.

Bir utanç sardı beni ve kendime dedim ki...

Ödülün bu fakire tevdi edildiğini İstanbul’dan haber aldığımda odama gittim ve iki rekat şükür namazı kıldım. Bir utanç sardı beni, kendime dedim ki: Sen bu ödüle layık değilsin, bu kesinlikle ebeveynimin duası olmalıdır.  

Bu ödülün bana verilmesinde kardeş Türk devletinin teveccühü de olduğunu düşünüyorum, ki 21. yüzyılının başında 100 yıldan sonra nihayet Bosna Hersek mirasını daha fazla hatırlamaya başladı. Boşnak Edebiyatı bir parçasıyla Türk Edebiyatıdır çünkü biz Osmanlı İmparatorluğu zamanında 400 (kayıtlı!) Türkçe dilinde ortak Osmanlı-İslam kültür ve medeniyet - yazan şairimiz vardı. Onlardan en büyük olanı Alauddin Sabit el-Ujiçevi el-Bosnevi, bildiğim kadarıyla, Türk Şiiri’nde önemli bir yerdedir. Onun yanında Habib Stoçeviç Rizvanbegoviç, Arif Himet-beg Rizvanbegoviç, Fadil-paša Šerifović gibi şairler İstanbul’da yaşıyorlardı ve eserlerini yazıyorlardı. Sultan Beyazıt Camii’nin yanında kendi türbesinde yatan Selçuk Hanım, Sultanın kızı, halveti tarikatı dervişi olan, kendi oğluna Gazi Husrev Beg’e büyük şeyleri yapmak için ilham verdi, ki kendisi Bosna Hersek’te ahlak ve ilmin kaynaklar olan ve bugüne kadar devam eden vakıfların hamisidir, hamd olsun. (Onu n vakfettiği medreseden mezun olduğumu da büyük gururla söylüyorum). Yunan işgalçiler karşısında İnegöl’ü savununlar arasındadır şehit Stolaçki RizvanbegoviçAllah ona şehadet makamını hediye eylesin.