30 Nisan 2024 Salı / 22 Ramazan 1445

Batı’ya örnek olan modeli yeşertiyoruz

Sizin bir mühendislik projeniz varsa dünyanın herhangibir yerinden bir mühendis getirip o işi yaptırabilirsiniz. Ama Türk aile yapısını ve sorunlarını incelemek isterseniz uzmanını dışarıdan bulalım diyemezsiniz. Sosyal bilimlerde kendi toprağınızdan yetişmiş, havanızı teneffüs etmiş insanlar doğru teşhis koyup doğru çözümü üretebilirler.

ZEYNEP TÜRKOĞLU29 Nisan 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Batı’ya örnek olan modeli yeşertiyoruz

Türkiye gibi bilim denildiğinde öncelikle mühendislik, tıp gibi alanların anlaşıldığı bir ülkenin ilk sosyal bilimler üniversitesi İbn Haldun. Bir başka özelliği de adındaki vakıf ifadesinin tabelasında değil, ekonomik var oluşunda da belirleyici olması. Kendi gelir katmanlarını İslam medeniyetinin parlattığı vakıf sistemiyle oluşturan İbn Haldun Üniversitesi Rektörü Recep Şentürk ile Türkiye’nin yeni nesillerine neler vaat edebileceklerini, açtıkları “Geleceğin Yıldızları İçin Karma Eserler” sergisini gezerken konuştuk…  

SANAT, DİLSİZ SÖYLENENİ KULAKSIZ DUYMAKTIR

Bir sergi salonunda göz alıcı sanat eserleri arasındayız, neden?

İki amacımız var. Birincisi İslam sanatlarını layık olduğu şekilde ihya etmek. İkinci amacımız da burada sergilenen eserlerin ilgililerine ulaştırılması, onların satın alması ile üniversitemize de gelir temin edilmesi. Bu fikrimizi Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettiğimizde hüsnü kabulle karşıladılar. Ve teşekkürle ifade etmeliyim, kendi şahsi koleksiyonundan sergilenmesi ve satışa sunulması için kırk eser bağışladılar. Sergimize bağışları ile katkıda bulunan birçok sanatsever ve sanatçı var ki isimlerinin de zikredilmesini pek istemiyorlar. Hepsine ayrı ayrı müteşekkiriz. 

Türkiye’de özel üniversiteler vakıf üniversitesi olarak adlandırılıyor. Vakıf üniversitesi ne demek? Türkiye’deki örneklerinin yanında İbn Haldun Üniversitesi olarak siz nerede duruyorsunuz?

Türkiye’de tek kişi veya aile tarafından finanse edilen üniversiteler var. Bizimki öyle değil. Dolayısıyla biz alternatif finansman kaynakları oluşturacağız. Bu sergi ona bir örnek. İbn Haldun olarak Osmanlı ve İslam medeniyetindeki vakıf üniversitesi modelini ihya etmeyi planlıyoruz. Zaten aslında dünyanın önde gelen üniversiteleri (Oxford, Cambridge, Harvard, Princeton) tarafından kopyalanıp tatbik ediliyor. Osmanlı’da biliyorsunuz bütün üniversiteler; Süleymaniye, Sahn-ı Seman, Selimiye, Atik Valide Medresesi vakıfları tarafından finanse ediliyordu. Devletin kasasından bir kuruş çıkmıyordu. Bütün eğitim faaliyeti sivil toplum tarafından finanse ediliyordu. Vakıf kelime olarak duran servet demektir. Bugün adını saydığım üniversiteler de vakfedilmiş sermeyenin geliri ile dönüyor. Biz de inşallah İbn Haldun’da aynı modeli uygulayacağız. Kalıcı bağışlar ile İbn Haldun’nun vakfını oluşturup onun geliri ile üniversitemizi idare etmeyi, masraflarını o şekilde karşılamayı planlıyoruz. 

Sergi dışında vakfın yaşayabilmesi için başka fikirler var mı?

Türkiye’nin güncel alışkanlıklarının dışında fikirlerimiz ve çalışmalarımız var aslında. Mesela bir bölüm düşünelim. Yıllık gideri farz edelim yüz bin lira. Bu meblağ ne kadarlık bir akarın veya nakdin geliri olur? Diyelim ki bir milyonun. Bir milyon lirayı birisi vakfedip bunun geliri ile şu bölümün giderlerini karşılayayım diyebilir. Bir insanın tüm üniversitenin giderlerini karşılaması çok zordur. Ama bir bölümün giderlerini karşılayabilir. Ya da kürsü vakfedip, bir profesörün maaşını ödeyecek bir miktar veya gayrimenkul bağışlayabilir. Bu bağış karşılığında da bağışçının adı o profesörün adının önüne getirilerek çalışmalarını bu bağışlarla sürdürdüğü ibaresi konulabilir. Mesela ben Columbia Üniversitesi’nde doktoramı yaptım. Hocamın ismi Harrison White idi. Altında maaşını ödeyen bağışçı ailenin adı yazılıydı. Bu bağışlar kürsü vakfı şeklinde olabileceği gibi, doktora bursu için de verilebilir. Şartlı vakıf olacak ve “Ana sermayeye dokunmayın, geliri ile doktora bursu verin” diyebilir bir bağışçı. Böyle parçalı bir yapı ile İbn HaldunVakfı’nı oluşturmuş olacağız. Bizim üniversitemiz tek kişi tarafından finanse edilen bir patron üniversitesi değil. 

Akademik projeleriniz neler?

Araştırma projelerimiz var. Bir sözlü tarih projesi başlattık. Cumhuriyetin ilk döneminde yaşamış insanlarla röportajlar yapıyoruz. Şu ana kadar 90 yaş üstü yaklaşık 150 kişi ile görüşüldü. Sosyal bilimcilerimiz için gözden kaçırılmaması gereken bir saha idi bu. Sosyoloji, antropoloji, tarih, iktisat, hukuk gibi alanlarda doktora çalışması yapacakların yararlanabileceği bir kaynak çıkacak ortaya. Bir başka projemiz de “Gelecek Araştırmaları Merkezi”. Bu alanda bir master programı açacağız. Amaç, dünya, Türkiye nereye gidiyor, bu gidiş hukuk, ekonomi, kültür ve din gibi alanlarda hangi meseleleri önümüze getirecek ve bu alanlar toplumun ihtiyacına nasıl cevap verecek, sorularına cevap bulabilmek. Buradan hareketle karar vericilere tavsiyede bulunma imkânına sahip olmak elbette. 

“Şiarımız; fikri bağımsızlık”

Mukayeseli bir eğitim metodu uyguluyoruz. Bundan maksat hem Doğu’yu hem Batı’yı tanımaktır. Hem Freud’u, hem Gazali’yi göstereceğiz. Hem Marx’ı, hem Adam Smith’i hem İbn Haldun’u öğreteceğiz. Şimdiye kadarki sistem ilk ikisini öğretti, İbn Haldun’dan bahsetmedi bize. Tek taraflıydı. Yani öğrenci ben hem İslam hem de Batı medeniyetini öğreneceğim diyorsa İbn Haldun’a gelecek.

“İngilizce batı’nın Arapça doğu’nun Türkçe İstikbalin anahtarıdır"

“Araştırma üniversitesiyiz” vurgusunu sıklıkla yapıyorsunuz. Bu neden önemli?

Evet haklısınız, bunu söylüyoruz. Üniversitemiz bir araştırma üniversitesi. Bu yüzden öğrencilerimizin yüzde yetmiş beşinin master ve doktora öğrencisi olmasını planlıyoruz. Alanın araştırmacılarını, akademisyenlerini, müstakbel profesörlerini, düşünürlerini yetiştirmeyi hedefledik. Zaten üç dil şartı da bu hedefin uygulanması için bir gereklilik. Her öğrencimiz ister lisans, ister yüksek lisans, ister doktorada olsun, mutlaka Türkçe, Arapça ve İngilizce’yi çok iyi seviyede öğrenmek zorunda, aksi halde mezun olamaz. Basit bir meslek erbabı için üç dil fazla. Ama biz küresel ölçekte hem kendileri hem de ülkemiz adına yarışacak, söz sahibi olacak insanları kazanmak, kazandırmak istiyoruz. Önemli hedeflerimizden biri öğrencilerimizin en az yarısının uluslararası olması. Bu etkileşim Türkiye’deki öğrencilerimize önemli bir tecrübe kazandıracak. Öte yandan dünyanın farklı yerlerinden gelen öğrencilerimiz de eğitimlerini tamamlayıp buradan ayrıldıktan sonra Türkiye’nin gönüllü elçilerimiz olacaklar. 

Bizde kuraldır, doktorluk, mühendislik çok önemsenir de sosyal bilimlere pek yüz verilmez. Ama bir koca araştırma üniversitesi kuruluyor, hem de alanı sadece sosyal bilimler! Bu su tersine akar mı Hocam?

Her toplumun farklı bilim alanlarında uzmanlaşmış insana ihtiyacı var. Çok iyi mühendislere, doktorlara ihtiyacımız var elbette. Ama aynı zamanda çok iyi sosyal bilimcilere de ihtiyacımız var. Biz bu yüzden sosyal bilimler alanında odaklanmış bir üniversite olmayı tercih ettik. Bugün insanlığın karşılaştığı problemlere baktığımızda bunların sosyal problemler olduğunu görürsünüz. Mesela dünya gündeminin en önemli sorunlarından biri; göç. Sosyal bir problemdir ve beraberinde getirdikleri de yine bu alan içinde tespit ve çözüm bulacaktır. Savaş, gelir dağılımı problemleri, insan hakları meseleleri… Kendine sosyal bilimler alanında araştırma ve eğitimi hedef seçmiş bir üniversite olmamızın çok önemli bir başka sebebi de şu; sizin bir mühendislik projeniz varsa dünyanın herhangi yerinden bir mühendis getirip o işi yaptırabilirsiniz. Ama Türk aile yapısını ve sorunlarını incelemek isterseniz uzmanını dışarıdan bulalım diyemezsiniz. Sosyal alanlarda kendi toprağınızdan yetişmiş, havanızı teneffüs etmiş insanlar doğru teşhis koyup doğru çözümü üretebilirler.