29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Bu coğrafyada direniş hiç eksik olmamış

Selçukluların Moğol istilasına destansı karşı koyuşunu anlatan Direniş Karatay 9 Mart’ta seyircisiyle buluşacak. Filmin yönetmeni Selahattin Sancaklı, sinemada tarihimizin hiç anlatılmamış, sisler ardındaki bir dönemini perdeye taşımanın heyecanını yaşıyor.

GÜLCAN TEZCAN 4 Mart 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Bu coğrafyada direniş hiç eksik olmamış

Tarihimiz Yeşilçam’ın Bizans soslu Kara Murat’larından, Yücel Çakmaklı’nın Osmancık’ına ve yakın zamanlarda Fetih 1453’ten Muhteşem Yüzyıl’a, Diriliş’e ve Payitaht Abdülhamid’e uzanan bir seyirde film ve televizyon dizilerine konu oldu. Sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde ortalama izleyici Osmanlı tarihini Muhteşem Yüzyıl’dan ve şimdilerde de Diriliş’ten öğreniyor. Ancak Osmanlı’nın temelleri üzerine bina edildiği Selçuklu hakkında bir film yapılmış değildi. Tâ ki Konya Karatay Üniversitesi elini taşın altına koyuncaya kadar. Senaryosunu Selman Kayabaşı’nın kaleme aldığı sezonun en çok merak edilen yerli yapımı Direniş Karatay’ın hikâyesini tecrübeli yönetmen Selahattin Sancaklı ve filmde Sultan Gıyaseddin’i canlandıran Ali Buhara Mete ile konuştuk. 

- Film röportajlarında adettir. Sormazsam olmaz. Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?

Senaryoyu okuduğum ikinci hafta resimler oluşmuştu bende. Üç dört aylık masabaşı çalışması yapıldı ve sete gittiğimizde filmi kafamda çekmiştim. Yaklaşık altı yedi hafta sürdü çekimler. Türkiye’de dönem filmi yapılıyor ama ön hazırlık kısmı genelde hep es geçiliyor. Dersini çalışıp n’apacağını bildiğin anda zorlanmıyorsun. Ama sette gidip çözmeye çalışırsan olmuyor. 

- Direniş Karatay’a hangi aşamada dahil oldunuz?

Filmin senaryosu Selman Kayabaşı’nın romanından yola çıkılarak oluşturuldu. Biraz da Selman beyin ‘Abi gel bu işi yapalım’ demesiyle başladı. Yoksa benim hiç aklımda yoktu. Hikâyeyi okudum çok hoşuma gitti. Projenin yol hikâyesi de şöyle: Kayabaşı’nı Konya Karatay Üniversitesi’ne çağırıyorlar. ‘Bizim bir hikâyemiz var bize küçük bir metin yazar mısın? Belgesel çekelim’ diyorlar. Selman bey bir belgesel çekiyor ve o belgeseli çektikten sonra Konya Ticaret Odası ile Karatay Üniversitesi Mütevelli heyeti, dekanları ‘Kardeşim bizim tarihimiz 1240’lara uzanıyor. Türkiye’nin en eski akademisiyiz. Bu tarihi nasıl gün yüzüne çıkartırız’ diyorlar. Bu tür bir çalışmayı en iyi yapan kim diye düşündüklerinde Oxford’a Cambirdge isimleri gündeme geliyor, oraya gidiyorlar. Bakıyorlar n’apmışlar diye. Sadece  Oxford ve Cambirdge’in içinde geçen 15’e yakın film olduğunu görüyorlar. Böylece sinema filmi yapmak gündeme geliyor. 

- Türkiye’de bir üniversitenin yapımcılık üstlenmesi alışıldık bir şey değil.  

Bu filmi özel kılan da bu. Karatay Üniversitesi’nin ön ayak olduğu bu durum belki başka üniversitelere, başka STK’lara da yansıyacaktır diye düşünüyorum. Bu büyük bir cesaret. Artık üç beş STK’nın, özel üniversitenin birleşmesiyle özel hikâyelere destek olunabilir. Çünkü ABD’de de büyük filmlerin tamamında yapımcı olarak dört beş tane büyük prodüksiyon şirketi vardır. Tek başına üstlenmez hiçbiri. Riski paylaşırlar. 

- Neden bu filmi çekmek istediniz?

İçime sinen, o hikâyenin içinde var olacağım, karşı tarafa da çok rahat anlatabileceğim işlerde yer aldım hep. Bir film yaparken yönetmen olarak başta projeye sizin inanmanız lâzım. Kendiniz inanmazsanız ve sadece para kazanmak olarak görürseniz o işin akıbeti yansıyor zaten. Ama konuya kendinizi verirseniz sizin inanmışlığınız karşı tarafa da geçiyor.

- Sinema tarihimizde kostüme filmlerde Bizansı, Osmanlı’yı gördük ama Selçuklu’ya pek gelmemiştik. Anlatılmamış bir döneme talip olmak bir risk değil mi? 

Biz Türk milleti olarak yenilgileri seven bir millet değiliz. Zaferlerle geçen kısımları alırız. Anlattığımız Selçuklunun en parlak dönemi ama Sultan öldürülüyor ve yerine oğlu geçiyor. Orada bir çöküş başlıyor ve Moğol geliyor. Avrupa’yı, Asya’yı kasıp kavuran bir Vandal ordusu. Buna direnen insanların hikâyesini anlatıyor film. Sinema baktığınızda en büyük propaganda aracıdır ya. Bunu hep es geçiyoruz çok fazla kullanamıyoruz. Amerikalıların bütün dünyaya pompaladığı bir ABD tarihi var. Türklere sorsan Balkan Savaşlarını bilmezler ama Kuzey Güney Savaşını Vietnam Savaşını bilir.  

Biz de bu işe başlarken Selçuklu’yu çok bilmediğimiz için elimizde o dönemle ilgili doneler de yoktu. O dönemin mimarisi, yaşam tarzı, kostümleri konusunda üniversiteden destek aldık. Yurtdışında yapılmış projelerden istifade etik. Üniversite yıllarımda atölye hocalarım en başta da Lütfi Akad ‘Sinemacının kütüphanesi eskiden yapılmış filmlerdir. Oralara bakacaksınız’ derdi. Ben de geçmişte yapılan filmlere, dizilere baktım. Kafamda bir şey oluşturdum. Story board çizildi, karakter analizleri yapıldı, kostümler dizayn edildi. Bu anlamda filmin daha sonra dizisi çekilse insanlara çok güzel doneler verebilir o dönemle ilgili. Anadolu’da Alparslan’dan sonra yerleşik büyük bir imparatorluk kurduğumuz bir dönemden bahsediyoruz. Sonuçta Osmanlı’nın Selçuklu’nun üzerine bina ediliyor. Cumhuriyet de Osmanlı’nın üzerine. Tarihimizin bu kısmının sis pus içinde kalması büyük bir eksiklik. 

- Direniş Karatay’da kadın kahramanların varlık gösterdiği Bacıyan-ı Rum teşkilatı var. Kimdir bu Bacıyan-ı Rum? 

Dünyanın ilk kadın örgütlenmesi, STK’sı olarak bakmamız lâzım. Savaş zamanında eşlerine ve vatanlarına hizmet eden, aynı ahiler gibi savaşan kadınlar. Bacıyanlar savaştan sonra da yetim çocukları, dul kadınları alıp bir yerlere yerleştiren, onları hayatın içine katan ve onlarla beraber memleketin gelişmesi için ortak işler yapan bir topluluk. Ben bu hikâyeden önce Bacıyan-ı Rum’u bilmiyordum. Sonra araştırdım baya önemli bir yapı. Kimi zaman öğretmenlik, kimi zaman annelik ya da bakıcılık yapıyorlar, kimi zaman savaşçı oluyorlar. Savaşın içinde de barışın içinde de varlar. Filmin bir yerinde sürprizli bir çatışma sahnesinde de bacıyanları göreceğiz. Maalesef biz kitap okuyan bir millet değiliz. Tarihi dizilerden filmlerden öğrenmeye çalışıyoruz. Ben de burada madem böyle bir durum var en azından filmdeki karakterleri ve grupları doğru anlatmanın derdine düştüm. Üstüne nokta, virgül katmadan senarist ne anlatmak istiyorsa onu yansıttım. Ama bacıyanları bir tık daha görünür hale getirdim. Çünkü bizde kadınlar işin içine girince sanki iş yavaşlıyor gibi, gemiye kadın alınmaz gibi filme de kadın alınmaz durumu var. 

- Bu anlamda bir misyon filmi diyebilir miyiz Direniş Karatay’a?

Biz Selman’la Selçukluyu olabildiğince en doğru biçimde anlatmaya çalıştık. İşin tezatına bakar mısınız; biz 115 dakikada koca bir tarihi anlatmak durumundayız. Ama bir bölümlük dizi 167 dakika ve o sürede 20 sayfalık bir şey anlatmak zorundasınız. Bir de insanlar televizyon kültürü ve ahlakıyla yetişmeye başlayınca sizin sinemaya dair olan resim, reji anlayışınız da farklılaşmaya başlıyor. Biz eskiden ‘film tadında dizi yapıyoruz’ derdik. Şimdi dizi tadında film yapacaksın gibi bir açmaz ortaya çıktı. 

- Diriliş modundan direniş moduna geçtik. Bugünün başka Moğollar var üzerimize gelen. Bu anlamda alt metninde bir sözü var mı filmin? 

Direniş kısmını Kurtuluş Savaşı’na da bağlayabilirsiniz, Osmanlı’nın Fetret devrinden çıkışına da bağlayabilirsiniz. Tarih hep tekerrürden ibarettir ya. Bu devam ettiği sürece benzer mücadeleyi hep göreceğiz. Bu metaforu istediğiniz yere koyabilirsiniz. Bu coğrafyanın direnişi hiç eksik olmamış. O kadar çok Moğol veya başkalarının saldırılarına maruz kaldı ki ve hâlâ da kalıyor. Bu direniş hep olacaktır. Bu coğrafyanın kaderi bu.

- Yapımda sizi en zorlayan şey ne oldu?

Savaş ve kalabalık sahneleri planlarken tecrübelerimden hareketle stüdyoyu tercih ettim. Açık alanda savaş sahnelerinde atların kontrolünü sağlamak büyük bir mesele. 

Kaldı ki film stüdyoda çekilir. Bizde Faruk Kenç plato pahalı geldiği için ‘sokağa çıkıyorum’ demiş. Ama sokakta çekilecek şey var, stüdyoda çekilecek şey var. Bir de bizde şöyle bir durum sözkonusu; tarihi film yapmak için artık hiçbir mekanımız kalmadı. Bırakın 1240’ları, 2000’leri çekecek sokak bulamayız şu anda. Bu kadar çabucak değişen bir yerde derdinizi anlatmanız çok zor. Bunun için iki, üç stüdyo arasında sıkışmış sektörün rahatlatılması, yeni stüdyoların teşvik edilmesi lâzım. 

TARİHİ DİZİLERDEN FİLMLERDEN ÖĞRENMEYE ÇALIŞIYORUZ. BEN DE MADEM BÖYLE BİR DURUM VAR FİLMDEKİ KARAKTERLERİ VE GRUPLARI DOĞRU ANLATMANIN DERDİNE DÜŞTÜM.

TARİH HEP TEKERRÜRDEN İBARETTİR. O KADAR ÇOK MOĞOL VEYA BAŞKALARININ SALDIRILARINA MARUZ KALDIK Kİ VE HÂLÂ DA KALIYOR. DOLAYISIYLA BU DİRENİŞ HEP OLACAK.

Bir oyuncu için edinebileceği en güzel tecrübe

Sinema dediğimiz şey dönüşüm hikâyesidir ve Gıyasettin en az dönüşen karakter olmasına rağmen onun bile hikâyenin içinde gelişimi var.

- Sultan Gıyasettin Direniş’in neresinde duruyor?

Hikâyenin çok tetikleyici ve önemli bir tarafında. Olayın akışını tamamen değiştiren bir karakter. Bu kadar eski dönem filminde ilk kez oynuyorum. Daha yakın tarihli bir dönem filminde oynamıştım.

- Neden bu projede olmak istediniz? 

Türkiye’de de 1200’leri anlatan film yoktu. Selçuklu çok anlatılmamış bir konuydu. O bakımdan beni çok heyecanlandırdı. Bana ilk olarak Selman Kayabaşı bahsetti. Ben de karakteri araştırdım. Çok ilginç doneler bulduk Sultan Gıyasettin’le alakalı. Tahta geçtiğinde kendi doğrularınca hareket eden bir genç adam. Savaşta da duygularıyla hareket ediyor. Genç bir komutan, ama daha sonra onun da bir dönüşümü var. Zaten filmin en güzel tarafı o. Hiçbir karakter olduğu yerde bitirmiyor filmi. Bizde en büyük sıkıntı budur. A noktasında başlar karakter ve olduğu gibi hiçbir şey değişmeden bitirir. Ama sinema dediğimiz şey dönüşüm hikâyesidir ve Gıyasettin en az dönüşen karakter olmasına rağmen onun bile ciddi bir dönüşümü ve hikâyenin içinde gelişimi var. Gıyasettin odaklı bir film olmamasına rağmen onun hikâyesindeki boşlukları Selahattin Hoca ile beraber doldurduk ve karısıyla ilişkisi bununla ilgili davranışlarını da perdeye yansıttık.

- Dönem filminde oynamak bir oyuncuya ne katıyor? 

Harika bir şey O dönemin karakterini anlamaya, tanımaya çalışıyorsun, ata binmeyi öğreniyorsun, farklı kostümler giyiyorsun, kılıç eğitimi alıyorsun. Bir oyuncu için edinebileceği en güzel tecrübelerden birini edinmiş olduk. Bizim de beş haftalık bir hazırlık sürecimiz oldu. O da kolay bir şey değil. Platolar kuruldu.  At binme, kılıç kullanma eğitimi aldık sete hazır gelebilmek için. 

- Zorlandığınız durumlar olmuş anlaşılan…

Benim İstanbul’da çalıştığım at değişti. Hayvan yabancılık çekti ve ‘hücum’ dediğim anda arkadakilerin hepsi bağırmaya başladı at korktu ve geri geri gitmeye başladı. Geri geri gittiğinde kimi ezecek onu da göremiyorsunuz. İstanbul’da araziye çıkayım derken atın beni kaçırma durumu da oldu. Öyle tehlikeler de atlattık. Ama zorluklarına rağmen her şey olabileceği en hızlı şekilde tamamlandı. 

- Yönetmenle iletişiminiz nasıldı? 

Sette normalde hazırlık problemi olduğu için oyuncu olarak da ekip olarak da çok rahat edemezsin. Çünkü yönetmen kafasındaki şeyi bilmiyordur, yeterince hazırlık yapılmamıştır. Orada birçok tartışma olur ve o sete yansır. Beş hafta çektiğim dramalar oldu ama böyle bir aksiyonun yedi haftada bitmesi benim için de sürprizdi. Herkes ödevine iyi çalıştığı zaman zaten işini keyifli bir şekilde yapıp alman gerekeni alıyorsun. 

SELÇUKLU SİNEMADA ÇOK ANLATILMAMIŞ BİR KONUYDU. O BAKIMDAN BENİ ÇOK HEYECANLANDIRDI. KARAKTERİ ARAŞTIRDIM. ÇOK İLGİNÇ DONELER BULDUM SULTAN GIYASEDDİN VE O DÖNEM İLE ALAKALI.

Bu hikayede hiçbir karakter olduğu yerde bitirmiyor filmi. Bizde en büyük sıkıntı budur. Bir karakter A noktasında başlar ve olduğu gibi hiçbir şey değişmeden bitirir. Ama sinema dediğimiz şey dönüşüm hikâyesidir.