29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

İbadetler bir ritüelden ibaret değildir

İbadetlerin en önemli yanı ahlakî, ruhî ve kâlbî tarafıdır. İbadet dediğiniz şey sadece bir ritüelden, dışa yansıyan bir takım bedeni tavırlardan ibaret değildir. Namazın, orucun, ibadetin insanlara bir takım erdemler kazandırması, kötülüklerden uzaklaştırması beklenir. Hedef budur. Bu hedefle insan Allah’a daha yakın olmak ister.

GÜLCAN TEZCAN 20 Mayıs 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İbadetler bir ritüelden ibaret değildir

Manevi olarak yenilenmemiz, ruhumuzu arındırmamız için en büyük imkânlardan biri olan Ramazan ayına kavuştuk. Peki bu imkânı hakkıyla kullanabiliyor muyuz? Gazetemizde Ramazan ayı boyunca yazılarıyla okurlarımıza seslenecek olan İstanbul Müftüsü Prof. Hasan Kâmil Yılmaz ile Ramazan’daki hallerimizi konuştuk. 

İslam aleminin birlik olamayışından yakınıyoruz. Ama ülkemizde bile her yıl Ramazan ayında hilalin görünmesi ve imsak vakitleri ile ilgili tartışmalar oluyor. Çözüm nedir size göre?

Şunu anlamakta zorlanıyorum. Türkiye’de devletin bir kurumu olan halkın da itibar ettiği bir teşkilatımız var. Diyanet İşleri Başkanlığının bir çatı kurum olarak mevcudiyeti bu tür ihtilafları ortadan kaldıracak ‘Diyanet demişse tamamdır’ demesi gereken bir durumdur. O manada büyük bir çoğunluk problem yaşamıyor ama kafaları karışık, ‘muhalefet et de meşhur olursun’ derdinde olan birtakım insanlar bundan maalesef vazgeçmiyorlar. Sürekli bazı konulardan prim yapmayı seviyorlar. Ayetler, hadisler, uygulamalar, bilimin ortaya koyduğu sonuçlar meydanda. Hal böyle olunca elbette insanların gözleri farklı şeyler görebilir kafalarında farklı düşünceler olabilir ama burada en tabii çözüm bir dini otoritenin buna son noktayı koymasıdır. 

Diyanet İşleri Başkanlığımızın mevcudiyetinin Türkiye’ye bu manada çok pozitif bir şey olduğunu hep söylüyoruz. Böyle bir kurumun olmadığı Afganistan, Pakistan gibi İslam ülkelerinde her camiinin her şehrin, medresenin ayrı hareket ettiğini ve bölük pörçük hale geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu otoriteyi insanların kabullenmesi en beklenilenidir. 70’li 80’li yıllarda bu radikal İslami tavırların prim yaptığı zamanlarda bir takım insanlar daha dindar, daha İslamcı olmak adına bu tür şeyler söylediler ama onlar artık geride kaldı. Toplumdan ve toplumun belirlediği otoriteden uzaklaşmak hiç kimsenin haddi ve hakkı olmamalı. Bunlar sadece ihtilafı körükleyen tavırlar. Yanlış olduğunu düşünüyorum. Ancak bunların çok azaldığını görmekten de mutlu oluyorum. 

İmsak konusunda da aynı tavırlar sözkonusu…

Evvelce hesaplamaların çok kolay olmadığı zamanlarda yine Diyanet İşleri Başkanlığımız insanların ibadetlerine bir zarar gelmesin diyerek bir temkin vakti koymuştur. İmsak ile sabah namazı arasında. Bu 20 dakikalık bir temkin vaktidir. Ama daha sonra teknolojinin ilerlemesi ile hesaplamaların daha iyi yapıldığı görülünce bu temkin kaldırıldı ve ezan ile imsak birleştirildi. Bu aslında güzel bir şey. Ancak insanlarımız eski alışkanlıklarıyla ezan okunduktan sonra da yemeğe devam ettiler. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığımız bunun uygun olmadığını, imsak ve ezanın bir olduğunu, ezan başladığında yeme-içmenin bitirilip imsakın başlaması gerektiğini ilan ederek insanlara bu gerçeği yeniden hatırlatmış oldu. Çünkü ezan okunduktan sonra bitene kadar yiyenler de vardı. Oysa temkin süresi kaldırıldığına göre ezanla birlikte temkin vakti kalmamıştır. Artık vakit tamamen girmiştir, dolayısıyla ağzımızı yıkayıp artık niyete geçmeliyiz. 

Oruç sözkonusu olduğunda hocalarımıza hep fıkhi sorular yönlendiriliyor. Meselenin ahlaki boyutu da mühim değil mi? 

İbadetlerin en önemli tarafı o ahlaki, ruhi ve kalbi tarafıdır. İbadet dediğiniz şey sadece bir ritüelden, dışa yansıyan bir takım bedeni tavırlardan ibaret değildir. Aslolan Kuran-ı Kerim’in de netlikle ifade ettiği gibi ‘Müminler kurtuluşa erdiler, onlar namazlarını huşu ile kılanlardır’ Yani kalplerindeki o huşu ve takvayı Allahu Teala öne çıkarıyor. ‘O huşu ile kılınan namazlar insanı her türlü çirkinlikten, kötülükten alıkoyar’ buyruluyor. Demek ki namazın, orucun, ibadetin insanları bir takım erdemlere erdirmesi, kötülüklerden uzaklaştırması bekleniyor. Hedef budur. Bu hedefle insan Allah’a daha yakın olmak ister. Allah’a yakın olmanın getirdiği sonuçlardır bunlar. Allah ile beraber olduğunu, ihsan kıvamında bir hayat yaşadığını bilen bir insan tenhada da haram işleyemez, kul hakkı yiyemez ve kendisini bu manada sorumlu hisseder ve ‘Allah beni görüyor’ duygusunu yaşar. İbadetlerin bize vermek istediği aslında budur. 24 saatimizi her anımızda Allah tarafından görüldüğümüz, takip edildiğimiz ve Allah ile beraber olduğumuz, yalnız olmadığımız, desteksiz olmadığımız duygusunu vermektir. İbadetler bizi bu duyguya taşımalı, Allah’a yakınlaştırmalı. Dindarlıkta da aslolan ibadet dindarlığından öte ahlak dindarlığıdır. İbadetlerimiz bizi ahlaki erdemlere erdirdikçe biz yükseliriz. Çünkü Peygamberimiz (A.S.) için Allah ‘Sen gerçekten yüce bir ahlak üzerisin’ diyor. Peygamberimizin (A.S.) rol model olan tarafı budur. İnsanlarla ilişkilerinde onlara karşı olan şefkati, merhameti, onların huzurundaki merhameti. Etkileyici özelliği, karizmatik duruşu. Çocuklarına, hanımlarına, cemaatine karşı son derece müşfik tavrı. Asla otoriter bir üslupla konuşmaması, insanları dinlemesi. Her hali. 

Ramazan’da özellikle bireysel ibadetlere veriyoruz dikkatimizi. Peki toplumsal boyutu yok mu ibadetlerimizin? 

İkbal’in çok güzel bir sözü var; dünyanın gidişatından Müslüman sorumludur. Bir yerde kanayan yara varsa, ağlayan göz varsa, başı okşanması gereken yetim varsa ve başı okşanmamışsa Müslüman ‘Ben bundan sorumluyum, neyi eksik yaptım’ diyebilmelidir. Yüreğimizde bu duygu olmadığı zaman bizim imanımızda bir problem, eksiklik var demektir. Hayata ben olarak değil biz olarak bakmalıyız. 

Günde 40 defa Fatiha suresini okuyoruz. ‘İyyakenabüdü’, ‘Ancak sana kulluk ederiz’ diyoruz. Çoğul bir cümle. Halbuki kendimiz kılıyoruz, tek başımıza. Ama Allah ‘ben demeyin, biz olun’ diyor. Cemaat olun, ümmet olun, millet olun. 80-100 yıldır yaşadığımız dünyada kapitalizmin çocuğu olan individüalizmin etkisindeyiz. Bireysel ibadet öne çıktı. Toplumsal ibadetlerimiz biraz arka plana itildi. Namazı kılıyor ama cemaate katılmıyor. Umreyi sadece ferdi olarak coşmak için yapıyor ama oradaki insanların halini görmek, dünyanın her yerinden gelen insanların farkına varmak gibi bir derdi olmuyor. Bireyselliği aşarak ümmet olmanın, biz olmanın derdinde olmamız gerekiyor. Dua ederken bile bireyselciyiz, duada isterken bile sadece kendimize, çocuğumuza ev, araba, eş istiyoruz. Ümmeti önceleyen ya da toplumu önceleyen dualarımız daha sona kalıyor. Asıl olan ümmet için en iyisini istemek ve ‘onların arasında bize de en iyisini verirsen memnun oluruz’ demek lazım. 

RAMAZANDA YEMEK ÇEŞİTLERİMİZİ AZALTARAK İSRAFTAN KAÇABİLİRİZ 

Bereket ayı diyoruz ama o bereketi de korkunç şekilde israf ediyoruz. Bunun önüne nasıl geçebiliriz? 

Türkiye’de yılda 6 milyon ekmek çöpe gidiyormuş. Bu korkunç bir rakam. Obezite diye bir şey var. Dünyada açlıktan ölenler ile obeziteden ölenlerin sayısı birbirine denkmiş. Ramazanda yemek çeşitlerimizi azaltmanın derdinde olmalıyız. 30 çeşit olmasında 3 çeşit olsun yahu. Oruçta hissettiğimiz açlığın acısını iftarda çıkarmaya çalışıyoruz ama bu hiç hoş olmuyor. 

İnsanın fıtratında mal muhabbeti var. Bu muhabbet iki türlü tezahür ediyor; bir ‘Hepsini ben sahipleneyim, hepsi benim olsun’ bu cimriliği doğuruyor. İkincisi; sahip olmuşken ‘Elime geçeni harcayayım, har vurup harman savurayım’ düşüncesi. Bu da israfı getiriyor. Oysa ki mal, can, mekan, imkan bunların hepsi emanet. Bize sınırlı sürede verilmiş emanetler. Biz bunların sahibi değiliz ki, sahibi Allah. Bunun farkında değiliz. Hep daha fazlasını istiyoruz. Daha fazlasını alarak mutlu olunmuyor. Alın teriyle, emek vererek ve başkalarının mutluluğuna katkı sağlayarak iyi hissedebilir insan. En önemlisi de bu.