27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Kudüs işgale başkent olacak mı

İşgalle kurulan İsrail Devleti, işgalle kendine başkent edinmeye çalışıyor. Şimdi gözler 14 Mayıs’ta, İsrail’in kuruluş yıldönümünde büyükelçiliğini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşımaya niyetlenen ABD Başkanı’na çevrildi. Kudüs gerçekten işgalin resmi başkenti olacak mı? Üsküdar Belediyesi’nin ev sahipliğinde Kudüs Platformunun düzenlediği “Kudüs İşgale Başkent Olur mu?” başlıklı panelde bu soru soruldu.

ZEYNEP TÜRKOĞLU25 Mart 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Kudüs işgale başkent olacak mı

Her şey ABD başkanı Donald Trump’ın bir sözüyle başlamadı. Ama bir imzasıyla tırmandı. Gelmekte olan geldi; ve Kudüs İsrail’in başkenti olarak tanındı. Aslında bu ABD’nin on yıllar önce aldığı bir karardı. Peki neden şimdi yürürlüğe girmesi istendi? Bunu Trump’ın başkanlığa yükselmek için desteğini aldığı Yahudi lobisine ve Hıristiyanlar içindeki Evanjelistlere borcunu ödemesi şeklinde yorumlayanlar var. Bu bağlamda Başkan’ın Yahudi damadı Kusner’in bağlantılarını göz önünde bulundurmak gerektiğine dikkat çekiliyor. Öte yandan “Trump hadsizliği” bunu gerektirirdi diyene bile rastlamak mümkün. Zira Trump’ın İsrail’in büyük hedeflerine, Siyonizm’e kafa yormaktan çok adını olabilecek en unutulmaz biçimde tarihe geçirme peşinde olduğu da düşünülüyor. 

İŞGAL RESMİLEŞİR Mİ?

Sonuç; işgalle kurulan İsrail Devleti, işgalle kendine başkent edinmeye çalışıyor. İsrail’e göre Trump’ın vereceği destek önemli, niyeti kimin umurunda… Şimdi gözler 14 Mayıs’ta, İsrail’in kuruluş yıldönümünde büyükelçiliğini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşımaya niyetlenen ABD Başkanı’na çevrildi. Kudüs gerçekten işgalin resmi başkenti olacak mı? Üsküdar Belediyesi’nin ev sahipliğinde Kudüs Platformu tarafından düzenlenen “Kudüs İşgale Başkent Olur mu?” başlıklı panelde bu soru soruldu. Alanında uzman dört isim İsrail sorunu üzerinden Kudüs’ün başkentliğini masaya yatırdı. Prof. Dr. Halil Berktay, Prof. Dr. İsmail Taşpınar, Prof. Dr. Berdal Aral tarihsel süreç ve güncel durumu sorular eşliğinde tartıştı.

Prof. Dr. BERDAL ARAL

“ORTADA KONUŞACAĞIMIZ BİR FİLİSTİN KALMAYACAK”

Filistin’in yaşadığı dram, trajedi, özellikle Osmanlı Devleti’nin birinci dünya savaşı yenilgisi sonrasında patlak veren bir sorun. 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour yayınladığı deklarasyonda bundan böyle Yahudiler için Filistin’de bir ulusal yurt sağlanacağını, onlara yaşayacakları bir toprak verileceğini beyan eder. Tabii İngilizler tarafından bu belge sonraki dönemlerde kimi zaman ‘ulusal yurt derken biz onlara devlet kurmaları için açık çek vermiş değildik’ diye tevil edilmiştir. Ama İngilizlerin klasik sömürgeci politikasının bir parçası olarak görmek gerekir bunu. Macaristan doğumlu Rus Yahudi Arthur Koestler’in Balfour Deklarasyonu bağlamındaki “Bir ulus, ikinci bir ulusa, üçüncü bir ulusun toprağını vaat etti” saptaması sorunu çok açık özetliyor. 1967’ye gelindiğinde 6 gün savaşıyla İsrail Arap dünyasına karşı bir kez daha saldırdı. Bu savaşta bütün Filistin ortadan kalkmıştır. Hatta daha ötesi İsrail topraklarını üç katına çıkarmıştır. Yani bugün üzerinde konuştuğumuz Filistin de asıl toprak varlığının ancak yüzde 22’sidir. Onun da en az yüzde 40’ı zaten gitmiş durumda. Aslında Oslo müzakere süreci İsrail’e müthiş bir avantaj sağlamış durumda. Çünkü İsrail kendisine meşruiyet sağlamıştır dünyada. Böyle giderse artık ortada konuşacağımız bir Filistin bir Kudüs kalmayacaktır. Bundan sonra artık çözüm konusunda oturup konuşmamız gerekiyor. Öncelikle BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu tüm insanlığın sorunudur. 

FİLİSTİN’İN BİR HİKÂYESİ VAR MI? İSRAİLLİLER FİLİSTİN TOPRAKLARININ İNSANSIZ OLDUĞU, YAHUDİLERİN ORAYA YERLEŞEBİLECEĞİ YALANINI ÜRETTİLER VE DÜNYAYI BUNA İNANDIRDILAR. 

Prof. Dr. İSMAİL TAŞPINAR 

“İŞGALCİLER TARİHİ TERS YÜZ EDİYOR”

Tevrat’ta Kudüs’ten bahsedilmiyor. Sadece bir giriş kelimesi olarak Tekvin’in 14. Babında Şalem’in kralından bahsedilmekte. Bu Şalem Kudüs müdür, değil midir açık değil. Yani Kudüs’ün aslında Tevrat’ta bir karşılığı yok. Somut olarak MÖ. 6. yüzyılda Babil’in ortadan kaldırmasıyla 1948’de İsrail Devleti’nin yeniden kurulmasına kadar geçen zamanda İsrail diye bir şeyden söz etmek mümkün değil. O nedenle Yahudilerin burası bizim bin yıllarca başkentimizdi, bize aitti, burada bizden başka kimse yok demeleri aslında tarihi de ters yüz etmekten başka bir şey değil. Bugün orada sadece Müslümanların değil, Hıristiyanlarında problem yaşadığını bilmemiz gerekiyor. Onlar da kiliselerin vergi vermesi konusunda sıkıştırılıyor. İlginç bir örnek olması bakımından zikretmek gerekirse İsrail ve ABD arasındaki bu gelişmeleri olumsuz karşılayan liberal Yahudiler olduğu gibi Ortodoks Yahudiler de var. ABD’deki Yahudi hahamlardan David Mayer İsrail ile toprak arasında bir çeşit putperest ilişkinin oluşmasına katkı sağlayacağı için Trump’ın bu açıklamasını desteklemediğini açıkladı. Bütün bu gelişmeler ABD’nin Evanjelik teolojik temellere dayalı bir devlet olduğu yorumlarını da getirdi. Gerçekten de bu siyasi ekonomik olarak da en çok destekleyen kesim Evanjeliklerdir. Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesine karşı olan birçok ülke var. Bu kesimlerle yakın temasta olunması çok önemli.

TURAN KIŞLAKÇI “FİLİSTİN’İN BİR HİKÂYESİ VAR MI?” 

‘Kudüs işgale başkent olacak mı?’ sorusunun cevabı bence çok acı ama; evet, olacak gibi. 1948’de İsrail’in kurucularından Başbakan Ben Gurion şöyle diyordu. “Biz İsrail Devletini 24 saat çalışarak kurduk. Müslümanlar bunu durdurmak istiyorlarsa 25 yıl çalışmaları gerekiyor. Birkaç konuya dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle bir medyacı olarak önemseyerek Filistin medyası nerede duruyor? Doğrusu varlık göstermeye başladığı andan bugüne kadar çeşitli mecraları kullanmasına rağmen cılız ve basit olduğunu söylemek gerekiyor. İkinci olarak Filistin’in bir hikâyesi var mı? İsraillilerin hikâyesi Filistin topraklarının insansız olduğu, Yahudilerin oraya yerleştirilebileceği idi. Gerçek bu olmamasına rağmen ürettiler ve inandırdılar. Bence Filistin’in güçlü yönü insani boyuta bakmak olabilir. Bugüne kadar özellikle haber dilinde sayıların üzerinde duruldu. Şu kadarı öldü, bu kadarı hapse atıldı diye. Detay verilmediği için hepimiz sloganlarla konuşuyoruz. Dikkat etmemiz gereken bir başka konu da şu, son dönemde dini içerikli anlamsız tartışmalar yaşanıyor. Bunlarla oyalanırken asıl gündemlerimizi, mesela Kudüs’ü gözden kaçırıyor olabilir miyiz diye kendimize sormamız lâzım. Unutmayalım, Bağdat, Moğol istilasına uğrayıp, Müslümanlar katledilirken, ulema sineğin kanının abdesti bozup bozmayacağını tartışıyordu. 

Prof. Dr. HALİL BERKTAY 

“İSRAİL KENDİ TERÖRÜ İLE BAŞ BAŞA BIRAKILMALI”

Dünyada bütün milliyetçiliklerin, ulus devletlerin, ‘ilk’lik, en eskilik, kökencilik efsaneleri vardır. Ancak İsrail milliyetçiliği benzersiz konumda. Günümüzde başka hiçbir milliyetçilik haklılık ve sahiplik nedenini “Bu toprakları bize Tanrı verdi” iddiasına dayandırmaz. Neresinden bakarsanız bakın temelinde bu iddia yer alıyor. 1948’de İsrail Devleti kurulurken Ben Gurion’un başkent sorunu hakkında yaptığı konuşmada aynı iddia yer alıyor. Diyor ki, devleti kurduk, savaş koşulları sebebiyle başkent olarak Tel-Aviv’i kabul ettik, ama ezeli ve ebedi olarak bütün Yahudilerin gönlündeki Kudüs, başkentimiz olacaktır. İsrail denilen kabilelerin bu coğrafyada belirişi aşağı yukarı MÖ. 1200 dolaylarıdır. Öncesinde ve sonrasında bu diyarlardan ne medeniyetler gelmiş gitmiş. Ayrıca üç İbrahimî dinin ortak kutsal mekânı. Şimdi bunlar içinde biri, sadece bana ait olacak diyor ve bunu da Tanrı’nın bağışı iddiasına dayandırıyor. Ortadoğu uygarlığın beşiği olan topraklarda bu kadar bencil, hegemonik ve kibirli bir iddianın ortaya atılmasının özellikle trajik bir tarafı olduğu, tarihsel vicdanı paramparça edecek kadar vahim bir durum yarattığı kanısındayım. Nükleer silaha sahip, çevresindeki Müslüman ve Arap ülkelerden teknolojik ve bilimsel bakımdan ileride ve ek olarak arkasında ABD’nin ve Batı’nın ve hatta belirli ölçülerde Rusya’nın desteği olan bir ülkeye karşı seferberlik beklemek bence olmayacak duaya âmin demektir. Tersine İsrail’in ancak çok uzun vadeli bir barış cephesi ve mücadelesi ile alt edilebileceği kanısındayım. İsrail kendi terörü ile baş başa bırakılmalıdır. İsrail’in içindeki muhalefet unsurlarına da hitap ederek, bir var olmak veya olmamak tercihi ile yüz yüze getirmeyen, böylelikle İsrail halkının tamamını Siyonizm’in ve Amerikan emperyalizminin kucağına itmeyen bir kapsamlı barış cephesiyle sonuç alınacağı kanısındayım.