29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Mesele Katar değil sen hala anlamadın mı?

Kral Selman ve darbeci Sisi’nin önderliğindeki dünya jandarmasının kuklaları, Doha üzerinden Orta Doğu’daki dengeleri yeniden kurgulamak istiyor. Türkiye ve İran’ın yardımıyla doğrulan Katar sayesinde Körfez’de direniş yelleri esiyor.

ŞERİF EGEMEN AHMET11 Haziran 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Mesele Katar değil sen hala anlamadın mı?

Başını Suudi Arabistan’ın çektiği Körfez ülkeleri dünya kamuoyuna göre ‘ani’ fakat planlı bir kararla tüm diplomatik ilişkileri keserek Katar’ı ablukaya aldı. Suudi Arabistan, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden yapılan açıklamada radikal karara gerekçe olarak da Doha’nın Tahran’a, Ortadoğu coğrafyasında İran kontrolündeki milislere (Yemen’de Husiler, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de değişik isimde onlarca silahlı Şii direniş grubu), El Kaide’ye, DEAŞ’a, Hamas’a ve Müslüman Kardeşler’e desteği gösterildi. Bahaneler son derece komik. Yemen’de sokak gösterileri başladığında Husilerin karşısında yer alan merkezi hükümete destek için 500 güvenlik görevlisi gönderen, Suriye iç savaşının başından beri gerek finansal anlamda gerekse de elindeki en etkili güç olan medya devi El Cezire’yi kullanarak muhaliflerin yanında konuşlanan Katar’ın hem DEAŞ’a hem de Şii gruplara nasıl destek olduğunu idrak etmek zor. Ancak elbette açıklamalarda İran’ın hedef gösterilmesi, dövülecek bağcının anlaşılmasına yetiyor. ABD Başkanı Trump’ın ilk yurt dışı ziyaretini yaptığı Riyad’taki ‘küre’ pozu hala hafızalarımızda tazeyken Körfez’in diplomatik darbe girişimi, ilk olarak akıllara ‘Washington tiyatrosu’ ihtimalini getirse de durum o kadar basit değil.

Sahi DEAŞ’a ne oldu?

Körfez’de suların ısınmasına neden olan Suud önderliğindeki çetenin hamlesi zamanlama açısından oldukça manidar. Ortadoğu coğrafyası ve etrafını çeviren Atlantikçi haydutlar için, iki yıldır ana gündem terör örgütü DEAŞ’ın kökünün kazınmasıydı. Bölgede nefret tohumları ekerek bölünmeyi kolaylaştıran örgütün işlevi, silahın (özellikle Fransa’daki Bataclan saldırısının ardından) küreselleşmecilere dönmesiyle Batı’nın bağrında korku yarattı. Bu, aynı zamanda DEAŞ bahanesiyle dünya jandarmalığı görevinin keyfi bombalamalarla sürdürülmesine de yardımcı oldu. DEAŞ’ın ekonomik kalesi olan Musul’a yönelik operasyon ve Fırat Kalkanı Harekatı sayesinde örgütün dar bir alana hapsedilmesiyle tablo değişti. Oyun kurucular için DEAŞ kolay lokma haline geldi. Rakka’ya terör örgütü PKK/PYD eliyle geçen hafta başlatılan operasyon bile beklendiği kadar ses getirmedi. Bir süredir Suriye’deki savaş da Irak sınırında İran ile arasındaki rekabete odaklanmış durumda. Hal böyle olunca artık Atlantikçiler, Ortadoğu’da hedeflerini gizlemeden istedikleri adımı atıyorlar, “Katar sana söylüyorum, sırada İran var” demekten çekinmiyorlar.

Ortadoğu’da takım kurma dönemi

Darbeci Sisi ve saz arkadaşlarının hareketlerinin ani olduğuna şüphe yok. Belli ki Riyad’ta Trump eşliğinde yaptıkları kılıç halayında kulaklarına geleceğe dair bir kehanet fısıldanmış. Bunu, neo-con yazar Michael Rubin’in aylar önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Katar aracılığıyla tehdit ederek attığı tweetten de anlamak mümkün. Planın merkezindeyse Arap Baharı ve onun temsil ettiği düşüncenin kökünün kazınması yatıyor zira coğrafyayı şekillendirmek isteyenler ilk sarsıntıyı orada yaşadı. Bir anda Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta En Nahda, Filistin’de Hamas, Türkiye’de de AK Parti’den oluşan bir kuşakla karşılaşan Atlantikçiler, bu grupları ‘kullanabileceklerini’ sandı. Yanıldıkları nokta gelenek sahibi bu hareketlerin de kendi ajandaları (Siyonist işgale son vermek, radikal ideolojilerle mücadele etmek, Orta Doğu’da akan kanı durdurmak, Irak işgalinin yarattığı yeni ezilenlerin haklarını geri vermek, vs.) olduğuydu. Temsil edilen geleneği dizginleyemeyeceğini anlayan küreselciler, bir tür tasfiyeye girişti. Bugün Katar üzerinden verilen mesaj aslında bu çizginin son kullanma tarihlerinin dolduğudur. Zira Atlantikçiler oyunu yeniden kurmak istiyor. Ayak bağı olacağına düşündükleri Hamas’ı, Müslüman Kardeşleri ve onların medya sözcüsü El Cezire’yi yok etmeyi arzulayan küreselci çete, tarafların Tahran üzerinden belirlenmesini istiyor. Bir an önce aktörlerin oynayacağı takımı seçmesini talep ediyor.

Avrasyacılar Körfez’e açıldı cephe genişledi

Katar’a uygulanan abluka sonrası dikkatten kaçmayan en önemli husus, Türkiye’nin diplomatik temasları oldu. Klasik bir NATO ülkesi olması hasebiyle çatışmanın aktörlerini veya ABD’yi araması beklenen Cumhurbaşkanı, Rusya lideri Vladimir Putin’le görüştü. Temasların ardından İran, Türkiye ve Irak’ın Bağdat’ta bir araya geleceği duyuruldu. Yetmedi, ülkesinde DEAŞ saldırısının yaşandığı gün İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeye geldi. Sıranın kendisine geleceğinin bilincindeki Ankara’nın, Moskova ve Tahran’a “Katar’ı yedirmeyeceğim. Sizinleyim. Yanımda mısınız?” mesajı vermiş olması muhtemeldir. Meclisten geçen Doha’ya asker yollamayı öngören tezkereyi ve akabinde Katar Dışişleri Bakanı’nın geri adım atmayan açıklamalarını da göz önünde bulundurursak tablo biraz daha netleşiyor. Doha, İran limanlarının açık olduğunu ve Türk askerinin bölgede barışın teminatı olduğunu söylerken aslında safını belli ediyor. Atlantikçilerin senaryosunda gerekirse Avrasyacı aklın yanında olacağını söylüyor. Direniş ekseni yanına Ankara’yı da alarak Körfez’e açılıyor.