29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

'Yeni Türkiye’de her şey değişecek'

Referandum sonrası Yeni Türkiye’de bizi neler bekliyor. ABD, Avrupa, Rusya ve Çin cephesinde başlayan değişim rüzgarı bizi nasıl etkileyecek? Dahası Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı dünya nasıl bir strateji izleyecek? Konuyu İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğrt. Üyesi Yard. Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın’a sorduk.

ZEYNEP TÜRKOĞLU23 Nisan 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
'Yeni Türkiye’de her şey değişecek'

Farkında mıyız? Hızla yol alıyoruz. Geleceği nasıl kurgulayacağımıza yönelik analizler, değerlendirmeler, tahminler yapıladursun somut gerçek; Türkiye tarihî bir karar verdi, ‘Evet’ diyerek yönetim sistemini değiştirdi. Eskisinin ne olduğu meselesi biraz karışık. Darbeli, vuruklu, kırıklı, vesayeti güçlendirilmiş, siyaseti sıkıştırılmış ‘Kontrollü demokrat’ bir parlamentarizm geride kaldı. Aslında mecburi dönüşümün ilk işareti çok önceden kendini gösterdi.  Eski sistemin vesayet odakları sinir kontrolünü kaybedince hatırlanacağı gibi 367 krizi patlak verdi. Ve bu, aslında sonun başlangıcı oldu. “Biz asılız, biz istemezsek bu ülkede hiçbir şey olmaz!” diyenler bugün de demokratik sürecin ve sonucun meşruiyetini sorgulatmaya çalışıyor. Destek ise referandum öncesi tarafını hayır cephesi olarak belirleyen Batı’dan bekleniyor. Yani oralar bildiğimiz gibi, yeni bir şey yok... Bu arada arşivi karıştırırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği yıl katıldığı bir televizyon programına rastladım. 4 Nisan 1994 tarihine ait programı Reha Muhtar sunuyor. Yüzde 25 oyla İstanbul’a başkan seçilen Erdoğan’a gelen ilk soru “Başkan oldunuz ama bunu istemeyen bir yüzde 70-80’lik kesim var. Ne diyorsunuz?” Aynı soruyu Dalan’a veya Sözen’e soran olmamıştı hâlbuki...

-REFERANDUMLARELEME MAÇLARI GİBİDİR, BİTTİ Mİ BİTER... MUĞLAK BİR ‘HAYIR’A OY VERMEK SOMUT BİR ADAYA OY VERMEKLE AYNI ŞEY DEĞİLDİR.

-BUGÜN DÜNYADA II. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ GİBİ BİR DURUM VAR. AVRUPA, ABD, ÇİN VE RUSYA KENDİ CEPHESİNE ÇEKİLDİ.

Yaklaşık 20 yıl içinde yapılan seçimlerde, referandumlarda, böylesi sorgulamalara niye giriliyor? Türkiye’nin demokratik olgunluk içinde gerçekleştirdiği sessiz devrim kimi, neden rahatsız ediyor? İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğrt. Üyesi Yard. Doç Dr. Hasan Basri Yalçın’ı direktörlüğünü yaptığı SETA’daki ofisinde, masasının başında bulduk. Mevcut tabloyu ve siyasetin gelecek dönemde yaşaması muhtemel dönüşümü konuştuk.

Geçen pazar gerçekleşen referandumun anlamı neydi?

Tüneldeydik, tünelin içerisinde en önemli dönemeçlerden bir tanesini döndük. Aslında başarılı bir şekilde döndük. Ben bu yüzde 51ile yüzde 49 tablosunun zor bir resim olduğunu düşünenlerden değilim. Bu seçim değildi. Bu bir referandumdu ve referandumlar eleme maçları gibidir, bitti mi biter... Oradan bir sonraki seçime dair sonuç çıkaramazsınız. Çünkü muğlak bir ‘hayır’a oy vermek somut bir adaya oy vermekle aynı şey değildir. Hayıra ülkücü de oy verebilir, hayıra kürtçü de oy verebilir. Hayıra CHP’li de oy verebilir, ulusalcı da, muhafazakâr milliyetçi de oy verebilir. Cumhurbaşkanlığı sisteminin bizatihi kendisine karşı olarak da hayır verilebilir. Ama bu 2019’da cumhurbaşkanlığı seçimi olduğunda ve aday belirlendiğinde bu yüzde 49 oraya gelecek demek değildir. Mesela nasıl Ekmeleddin İhsanoğlu için CHP ile MHP birleştiğinde, oy olması gerektiği gibi yüzde 50 olmadıysa, yine olmaz.

Seçmen referandumda neye göre oy verdi?

Bugün referandumda şunu gördük; yüzde 11’lik ülkücü kitle içinde muhtemelen yüzde 5’i  hakikaten Erdoğan’ın bu ülkenin istikrarı için kaçınılmaz bir unsur olduğunu, ülkenin yararı için başta olması gerektiğini düşünmüştür. Ama aynı kitle cumhurbaşkanlığı sisteminde MHP’nin iktidar olamayacağını düşündüğü için sistem değişikliğine destek vermiyor. Veya yine aynı kitle HDP ile birlikte hayırı desteklemiş olmakta sorun görmüyor. Ama HDP ile birlikte aynı adaya, sözgelimi Demirtaş’a oy vermeyecektir. Tersten okursak HDP’nin kitlesi de yarın öbür gün cumhurbaşkanlığı veya parlamento seçimi olduğunda ülkücülerin adayını destekleyemez. Olabilecek en iyi aday, Ekmeleddin İhsanoğlu kadar olur, o da bir sinerji yaratamaz. Bu sistem her şeyi değiştirecek, eskinin kalıpları ile düşünmemek lazım.

‘Siyasette ezber bozan yenilikler’eskinin kalıpları deyince bunun siyasi partilerdeki karşılığı olarak akla hemen CHP geliyor. Bu durum CHP’yi nasıl etkiler?

Yeni sistemde CHP’nin de şansı olabilir, ‘İyi bir sosyal demokrat politika izlerse iktidara gelebilir’ diye yorum yapanları görüyorum. Yok öyle bir şey. Yani Türkiye’de sosyal demokrat politika izlemenin rakamlarını biliyoruz. Bunun en yükseği, hepsini toplasanız ancak yüzde 40 olmuştur, o da Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Ecevit’in aldığı orandır. Ayrıca seçim tarihimizin en düşük katılımının olduğu seçimdir. Dolayısıyla normal bir katılım ve gerçek şartlar altında Türkiye’de bütün solun birleşmesinin ederi yüzde 35’tir. Dolayısıyla CHP’nin şansı yok.

MHP ve HDP’ye dönük yansıma nasıl olur?

2019’a muhtemelen hiçbir değişim yapmadan girebilirler. Aynı hatayı belki sonra bir kez daha tekrarlarlar ama üçüncü kez yapmazlar. Üçüncü seçimde olacak olan şey şudur; CHP, MHP, HDP kimliğine sahip olan siyasetin daha fazla yürüyemeyeceğini görecekler. Bu da CHP dediğimiz partinin sağa açılmasını gerekli kılacak. Ama bu sefer sahte bir sağa açılım değil; mecburi, gerçek olmalı. Mesela CHP kimliğindeki bu Türkçe ezan filan gibi insanları kendisinden otomatik olarak uzaklaştıran durum temizlenmeden bu dönüşüm nasıl gerçekleşecek? Onu da ciddi anlamda düşünmek gerek. Bir de biz CHP ile MHP kitlesinin yakınlığını hep göz ardı ediyoruz. MHP kitlesi tamamen sağ bir kitle imiş gibi görülüyor. Değil aslında. Ve olmadığı ortaya çıkıyor. MHP’nin ulusalcılık damarı ile CHP’ye olan ilişkisinin, muhafazakârlık damarı ile AK Partiye olan ilişkisinden daha yüksek olduğunu görüyoruz. 90’lı yıllarda Ecevit ile Bahçeli koalisyonuna şaşırdık. MHP’nin tabanında muhafazakâr milliyetçilik de seküler ulusalcılık da var. MHP’nin seküler ulusalcı tabanının büyük şehirlerde, muhafazakâr milletçi kesiminin ise Yozgat, Sivas, Çankırı gibi şehirlerde yer aldığı ortaya çıktı. Bu yüzden Anadolu’daki milliyetçiler evete destek verirken, İstanbul’da bunun yansımadığını görüyoruz.  Buralarda MHP seçmeni CHP ve HDP ile birlikte hareket etti.

Hayır tarafından şu hep hayali kurulan blok çıkar mı?

Hayır cephesi diye bir şey keşfetmişler. Birisi yazmış dün, artık biz de yüzde elliyiz. Bir dakika! Referandumdan önce “Siz hep berabersiniz” deyince, “Hayır biz hep beraber değiliz” diyorlardı. “Bizi teröristlerle aynı gruba koymayın” diyorlardı. Şimdi diyor ki “Biz hep beraberiz.” Hep beraber misiniz, ayrı mısınız? Öyle ya! Yüzde 49’un gerçekten bir kimlik olduğunu düşünüyorsan HDP-CHP ve bir kısmıyla MHP’nin aynı kimliğe sahip olduğunu var saymamız gerekir.

Referandumun sonucuna dair en net sonuç nedir?

İki anlam çıkarıyorum bu referandumdan; Bir, Türkiye’de olan oldu, sistem değişti. Bugün ayrıntı tartışılıyor. Bunların hiçbir anlamı yok. Bir tek gerçek sonuç var elimizde; bu sistem döndü. Bitti! İkinci olarak Türkiye’nin bir tane gerçek siyasal aktörü varmış, o da Erdoğan. O’nun dışında bütün partileri, bütün liderleri sayın, hiçbirinin gerçekliği yokmuş. İdeolojilerin, etnik farklılıkların gerçekliği yokmuş. Kürdün Erdoğan’la birlikte hareket etmek isteyeni varmış, istemeyeni varmış. Ülkücünün birlikte hareket etmek isteyeni varmış, istemeyeni varmış. CHP’nin tavrını Kılıçdaroğlu değil, Erdoğan karşıtlığı belirlemiş. Bu referandumu belirleyen de Erdoğan’ın destekçiliği ve karşıtlığı oldu bana göre. Ama bu karşıtlığı somut adaya çevirdiğiniz de yani mesela Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu, Erdoğan mı Demirtaş mı dediğinizde, o 49’u çıkaramazsınız.

Sistem değişikliği hangi mekanizmaları etkileyecek?

Hükümet biçimi bu referandum sonucu ile değişti. Şimdi buna bağlı olarak devletin işleyişi de değişecek. AK Parti sistemin oyun bozucu partisi idi. Çıktığında farklı kesimlerden büyük bir destekle çıktı. Bu yüzden oyunu bozarken karşısındaki hedef eski ceberrut devletti. Eskisi saçma sapan parlamenter sistemden bozma bir düzendi. Yani başbakanı paşalardan seçilmiş bir cumhurbaşkanına mahkum eden, cumhurbaşkanını sorumsuz bırakan bir sistem. Cumhurbaşkanlığı seçimini Türkiye daha önce dönüştürdü. Şimdi de hükümet sistemini dönüştürdü. Bu dönüşüm devam ederken herkes kendi istediği gibi kurgulanmasını istiyor. Bu çok doğal bir süreç. Ayıplı sayanlar var. Anlamıyorum! Bu siyaset biliminin en temel noktalarından birisidir, ayıplı falan değildir. Hatta siyaset bunun için vardır. Siyaset bir güç mücadelesidir, herkes kazanmaya çalışır. Bu oyunun en önemli taşı yürütmeyi, yürütme ile yasama arasındaki ilişkiyi kurgulamaktı. İşte bu yüzden AK Parti kendisine kitlesi tarafından verilen iktidarı bir daha vesayet araçları ile elinden alınamayacağı bir oyun kurmaya çalışıyor. Bunun adı cumhurbaşkanlığı sistemidir.

Şimdi sırada ne var?

Sırada devletin diğer kurumlarını dönüştürmek var. Bu da çıkacak olan uyum yasaları ile mümkün olacak. Siyasal partiler, HSYK, Anayasa Mahkemesi, ordu, istihbarat buna göre kurgulanacak. Yürütmenin başı cumhurbaşkanı olduğuna göre bu kurumların kime bağlı olacakları elden geçerek yeniden belirlenecek. Başbakanlığın muazzam bürokrasisi tamamen değişecek. Birinci aşamada bu kurumlar kurgulanacak. İkinci aşamada kanunlar... Siyasal partiler kanunu elden geçecek mi? Bu ve bunun gibi konuların hepsi yeni kurulacak mekanizmalar. Ama temelde en önemli olanı dönüştü.

“Batı, sen düzenini kur, ben kenardan seyredeyim demez”

Kutuplaşma tartışmaları için ne diyorsunuz?

Evet kutuplaşma devam edecek. Çünkü yeni oyun kurmaya çalışırken bunu kurdurmak istemeyenler de olacak. Bu çok doğaldır. Kutuplaşma tehlikeli kaçılması gereken bir şey değildir. Siyasetin doğasında vardır. Her karşılıklı var oluşu da kutuplaşma olarak isimlendirmemek lazım.  Siyaset farklı kutuplar arasında gerçekleşir. Onların birbirini itmesi, çekmesidir siyaset dediğiniz şey. Kutuplaşmayalım, ikiye bölündük, çok gerildik diye ABD’de Demokratlarla Cumhuriyetçiler, var olmaktan vazgeçiyor mu? Tabii ki gerilecek. Ama normalleşme dediğiniz şey de tam olarak budur. Türkiye’de siyaset marjinallerin eline kalıyordu parlamenter sistemde. Yani bugün “Al işte biz de yüzde 50 olduk” diyen adamın  yüzde 49 içindeki gerçek oranı yüzde 3’tür. Marjinal grup, o yüzde 49’un önüne geçerek önderlik ediyor. Artık edemeyecek. Veya transferler oluyordu. Şimdi bunlar da olamayacak. Herkes pazarlığını seçim öncesinde yapacak. Halkın önüne de o pazarlık çıkacak. Ve beş yıl boyunca da öyle kalacak. Dolayısıyla en belirleyici olan da bu olacak. Zaten ne Batı dünyası ne de içerideki muhalifler öyle siz oyununuzu kuruyorsunuz biz de kenardan seyredelim demezler. Onlar da ellerinden geldiği kadar mücadele edecekler. Bu hukuki zeminde de olabilir, gayri hukuki zeminde de ortaya çıkabilir. Gösteri girişimleri, referandumu gayri meşru gösterme çabası gibi şeyler bu yüzden. Bunlar da kirli siyasetin parçası.

Bu durumda AK Parti’nin siyaseti ne olur?

Böyle bir kirli siyasetin karşısında AK Parti de kendi alanını tahkim edecektir. İşte orada tıkanma yaşanıyor. Siyaset aslında son beş yıldır yüzde 51’e yüzde 49 tıkandı. Ama bu mücadele sürecektir. Taraflardan biri veya ikisi birden pes etmeden de bitmez. 15 yıldır biz Fransız İhtilali gibi bir sürecin içindeyiz. Bir şeyler yıkıldı. Devrimin ateşli vaizleri, Robespierre’ler çıktı. Onlar kafa aldı, sonra onların kafası gitti. Sonra siyasal iktidar kendi düzenini kurmaya çalıştı. Birileri içeriden tek adamlıkla, dışarıdan da var olan uluslararası sistemi bozmakla suçladı. Bunlar hep böyle oldu. Sonuç olarak kendi iktidarını kurmaya devam etti. Kurabildiği müddetçe...

ULUSLARARASI SİYASET SİSTEMİNDE BİR GÜÇ BOŞLUĞU VAR

Referandum gündememiz bittiğine göre yeri gelmişken sorayım, Suriye’den hareketle, dünya ile ilişkilerimiz nasıl? 

Konjonktür kelimesini sevmiyorum, içi boş bir şey çünkü. Pratik durum şekillendirecek bundan sonrasını diyelim. Uluslararası siyasetin de etkisi olacak. ABD NATO ile BM ile Suriye’ye girmiş olsun, sahada da PYD değil de Türkiye ile ilerlesin, bizim içimizdeki bütün gerilimler son bulur. Batıda yeniden aranan müttefik olur, ABD ile ara düzelince Avrupa ile de düzelmiş olur. O durumda Rusya ile ilişkiler biraz kötüleşir ama ekonomik olarak devam eder. Yani konjonktürden kastım o. Biraz uluslararası sistem belirleyecek. Biz bütün iç siyasetimizi iç siyasetimizden ibaret zannediyoruz. Asla değil! İç siyaset dışarıyı değil, dış gelişmeler iç siyaseti belirler. Avrupa’ya bakalım. Radikal sağın yükselişi iç siyasetteki gerilimlerinin bir sonucu mu? Hepsinde aynı anda mı gerilimler oldu? Hayır! Uluslararası sistemin bir sonucu bu. Sistemde bir güç boşluğu var. İkinci dünya savaşı öncesinde olduğu gibi.  ABD çıktı sistemden, herkes ne olacak tedirginliği içerisinde. Rusya Ukrayna’da, Suriye’de... Çin bilmem nerede.. İngiltere ben bu Ayrupalılar’la yapamayacağım gidiyorum diyor. Fransa ben de bu Almanlarla yapamıyorum gitsem mi diye düşünüyor. Suriye dersen iç savaş devam ediyor; göçmenler oradan dünyaya yayılıyor. Bu durumda herkes kendi siperine çekiliyor. Obama siperlerine çekildiği günden bu yana, dünya siperlerine çekiliyor. Dolayısıyla Hollanda’da Rutte eğer Wilders’in kullandığı dili kullanmazsa iktidarı kaybeder. Merkel bu dili kullanmazsa kaybedecek. Fransa’da rakipleri buna dikkat etmezse Le Pen kazanır. Uluslararası sistemde aktörlerin siperlerine çekilmeleri iç siyasette de kutuplaşma yaratır.

ERDOĞAN YENİ SİSTEMDE NEDEN BU KADAR ISRAR ETTİ

Cumhurbaşkanının partisiyle organik bağının olması ne getirir?

Erdoğan siyaseti parti üzerinden yapan bir lider. Cumhurbaşkanlığına çıktığında partisi ile ilişkisi kesildi. Partinin önderidir, kurucusudur, doğal lideridir, bunlar ayrı. Ama günün sonunda milletvekili aday listesi belirlendiğinde imzayı parti genel başkanı atıyor. Erdoğan o pozisyonu istiyor. Eğer gerçekten halka ulaşarak siyaset yapmak istiyorsanız, partiye ihtiyacınız var. Evet, Erdoğan halka rahat ulaşan bir lider. Ama Erdoğan’ın yapmaya alışkın olduğu siyaset, teşkilat siyaseti. Bu nedenle partili cumhurbaşkanlığı biçiminde ısrar edildi. Bu süreçte AK Parti’yi de teşkilatları ile birlikte yeniden dizayn edecektir. Ve ondan sonra yepyeni bir AK Parti ile yeni Türkiye’yi kurgulayacaktır.

AVRUPA’NIN AGİT OYUNUNU DOĞAL KARŞILAMAK LAZIM! AYNI ŞEYİ BİRBİRLERİNE DE YAPTILAR

Referandumun sonucu birbirine yakın sonuçla değil de farklı mesela elli beşe kırk beş çıkmış olsaydı tartışma biter miydi?

Bitmezdi. Öyle bir şey yok. Her yeni maddede o kavga yeniden verilecek. Bu tartışma ancak birileri bu ülkeyi yüzde üçle, beşle, on beş ile yönetemeyeceklerini kavradıkları zaman biter. Bu da biraz zaman alacak. Birkaç seçim dönemi daha geçirilmesi gerekiyor. Normalleşme siyasi parti kimliklerinin dönüşümü tamamlandıktan sonra mümkün olabilir. Ama dinamik toplumlarda, kendisini kuran toplumlarda böyle normalleşme hemen olmaz. Eğer devrim yaşamak istiyorsanız, bu kutuplaşmaya, bu kavgaya razı olacaksınız. Biz o süreci yaşıyoruz. Biz bunu mesela Gezi Olayları ile yaşamaya başladık. ABD’liler nasıl yaşadılar? İç savaş yaşadılar. Fransız ihtilali nasıl oldu? Binlerle insanın kafası uçuruldu. Alet keşfettiler güzel kafa kesmek için. Biz bunların içinde çok barışçıl bir devrim yapıyoruz.

Bu tecrübelerden kendisi de geçmiş olan Avrupa’nın, meşru ve temiz bir referandumu AGİT raporu ile lekeleme çabasını nereye koyalım?

İyi de, olur mu! Amerikalılar devrim yaparken İngilizler aman ne güzel biz de zamanında püriten inkılabını yapmıştık, bunlar da şimdi bizi buradan atıyorlar der mi, demez. Veya Fransızlar devrim yaparken İngilizler Napolyon buyur devam et, Avrupa’daki bütün imparatorlukları yık der mi... Böyle değil tabii. Engel olmaya çalışır.

Tamam da zaten referandum öncesi tarafını hayır olarak saflaştırmış Avrupa’nın referandum hakemliği iyice saçma değil mi? Hukuki ve/veya ahlaki karşılığı var mı?

Olmak zorunda değil. Yani Avrupalı ben Türkiye’ye karşı adil olmak zorundayım diye niye hissetsin ki kendini. AGİT çerçevesinde gelen gözlemcilerin listesine bakın... Birçoğu PKK sempatizanı. Avrupa’daki toplantılarına katılıyorlar. Aslında buna engel olması gereken biziz. Kusura bakmasınlar. Böyle AGİT gözlemcisi olmaz, doğru düzgün olacak. Burada sabotaj var. Zaten bu sabotajı yapmak için geliyorlar. Türkiye’ye daha fazla zarar verebilme şansları kalmadı. Hepsini verdi zaten. İmajını kötüler en fazla. Avrupa Birliği’nden çıkalım diyenler de var. Ben de diyorum ki ne gerek var? Çünkü bu bizi bağlıyorsa, Avrupa’yı da bağlıyor. Müzakereleri dondurarak kavga da edebiliriz. Hala o anlaşmayı iptal edebiliriz. Mesel düşünün Almanya birkaç ay önce zamanını denk getirerek Ermeni tasarısını geçirdi. Şimdi bunlara cevap almaları lazım. O cevabı almazsa, yaptığı şeylerin karşılık bulmadığını düşünür. O zaman abartarak sürdürür. Ama bunun cevabını görmek zorunda ve görecek. Ben en temelde mülteci anlaşmasının askıya alınmasını bekliyorum. İnsani ve ahlaki yönden tehdit ediyorlar ama mülteciler deniz yolunu kullanmak zorunda değil. Kara yoluyla da Avrupa’ya geçebilirler. Bu ve benzeri çözümlerin Türkiye tarafından acilen üretilmesi gerekiyor.