Özgür Özel'in özellikle son haftalardaki çıkışları, yüzeyde sert ve meydan okuyan bir siyaset görüntüsü verse de, derinde çok daha kırılgan bir yapıya işaret ediyor. Bu, ontolojik güvensizlik, sıkışmışlık ve yansıtma kavramlarının birbirini beslediği bir psikolojik açmaz. Yolsuzluk dosyaları, tutuklu belediye başkanları ve itirafçıların oluşturduğu anafor büyüdükçe, söylem giderek tek bir düşman figürü etrafında şekilleniyor. Bu durum, stratejik bir siyaset üretmekten çok, sürekli yeni krizler üreterek ayakta durmaya çalışan bir zihniyetin dışavurumu.
Söylemlerinin temelinde sürekli bir varoluşsal tehdit kurgusu bulunuyor Özel'in. Karşı taraf mutlak kötülük, kendi tarafı mutlak iyilik olarak resmediliyor. Bu durum, varoluşun psikolog Laing'in tarif ettiği ontolojik güvensizlik hâlinin siyasetteki izdüşümü. Düşman figürü zayıfladığında liderin kimliği boşluğa düşüyor. Bu yüzden kendi partisinde yolsuzluk, tutuklu belediye başkanları, İBB'deki itirafçılar gibi dosyalar ne kadar büyürse, dışarıya dönük saldırı da o kadar sertleşiyor.
Klasik bir algı yönetimi değil bu. Zira, algı yönetimi soğukkanlıdır, planlıdır, uzun vadeli etkiyi hedefler. Özel'in söylemlerinde ise refleks, acele ve telaş hâkim. Karşı tarafı ikna etmek gibi bir amaç yok; kendi cephesindeki yangını görünmez kılma arzusu var. Parti binasında halının altı çoktan tutuşmuş, ama lider hâlâ sokaktaki kalabalığa karşı apartmanda duman var diyerek bağırıyor.
Ahlak, adalet, liyakat gibi kavramlar kendi evinde fısıltıyla konuşulurken, karşı tarafta en ufak kıvılcımda megafon açılıyor. Kendi mutfağında çöp dağ olmuşken, komşunun tezgâhındaki kırıntıyı manşet yapmak gibi. Bu, defolu ideolojinin değişmez yasası: İlke, sadece rakibe karşı uygulanıyorsa ilke değildir; en fazla araçtır.
Kullanılan propaganda teknikleri de telaşla uygulandığı için sırıtmaya başlıyor. Karşı tarafı mutlak kötülük olarak kodlamak, argümanı değil karakteri hedef almak, ya biz ya onlar diyerek gri alanı yok etmek, iç skandalları yok saymak, ant olsun, haram zıkkım olsun gibi pathos yüklü ifadelerle aklı bastırmak... Normalde stratejik olarak kullanılan bu yöntemler, burada yangına su yerine benzin atar gibi peş peşe ve kontrolsüz şekilde devreye giriyor.
Buna bir de Kemal Kılıçdaroğlu döneminden itibaren kullanılan yalanla rakibi yorma yöntemi ekleniyor. Literatürde firehose of falsehood olarak bilinen bu taktik, tek bir iddiayı ispatlama amacı taşımaz. Amaç, rakibi sürekli savunma pozisyonunda tutmaktır. İddialar doğrulanmasa bile, kamuoyunda bir şeyler dönüyor algısı yerleşir. Böylece rakip kendi gündemini kuramaz, sürekli savunma döngüsünde yıpranır.
Son aşamada ise gerçeklikten kopuş ve yankı odası devreye giriyor. Artık mesele gerçeği çarpıtmak bile değil; yalnızca kendi sesinin yankısını duyarak onu mutlak hakikat sanmak. CHP tam da bu anafor içinde kıvranıp duruyor. Bu durum hem lideri hem kitlesini doğrulanabilir olgulardan koparıyor, yerine duygusal olarak tatmin eden ama gerçekliğin yerine geçen anlatılar koyuyor.
Bu tablo yalnızca bir siyasi liderin dilinin sertleşmesi değil; kendi varlığını sürdürmek için krize, düşmana ve sürekli saldırı hâline muhtaç bir siyasetin ruh hâli. Ontolojik güvensizlik, sıkışmışlık ve yansıtmanın birbirini beslediği bu psikolojik döngü, gerçeği aramayı değil, gerçeği bastırmayı hedefler. Ve böyle bir siyaset, günü kurtarsa bile, sonunda kendi hakikatini kendi elleriyle boğar. Bu, CHP'nin ve onun liderinin iflası değilse nedir?