29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Diriliş iklimi Ramazan

Ramazan, diriliş ve fedakârlık iklimidir. Başkalarının derdiyle dertlenen yürek fedakardır, diğergâmdır. Diğergâmlık sadece kendini değil, kendisi kadar başkalarını düşünmek,onların ihtiyaçlarını görmeyi kendi ihtiyacından daha önemli saymaktır. Nebevî ifadesiyle “kendisi için istediğini kardeşi için de istemek, kendisi için istemediğini onun için de istememek”tir.

Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz18 Mayıs 2018 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Diriliş iklimi Ramazan

Başkalarının derdini hisseden bir anlayışa sahip bir mümin yüreği, kendi malını da diğerlerinin malı olarak görür. Bu tür yaklaşım tarzı, özellikle yokluk ve darlık zamanlarında; acıları paylaşıp imkânları bölüşmenin gerekli olduğu dönemlerde ve idrak ettiğimiz bu ramazan ikliminde ayrı bir önem kazanır. Ramazan, ilâhî sınırları öğrenmek ve bu sınırlar üzerindeki hassasiyetin pekiştiği bir iklim olduğu gibi paylaşmanın da soluk soluk yaşandığı bir ihya ve inşa dönemidir.

Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz takdirde birbirinizi sevmeye vesile olacak bir amel göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” Bu hadîs inanan insanların yüreklerinin bir ve beraber atmasını, paylaşmalarını emrediyor. Sıcak bir selamlaşma, insanların yalnızlaştığı ve birbirinden uzaklaştığı bu devirde soğuklukları ısıtacak güçtedir. Çünkü selam ve ziyaret ile insan, hemcinslerinin hâlini, hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmış olur. 

Aynı şehirde, aynı mahallede, hatta aynı sokakta yaşayan insanlardan birisi bile kederli, hüzünlü, yalnız ve ihtiyaç sahibi, komşular da bundan habersiz ise mahalle halkının yüreklerinin kenetlenmiş binalar gibi olması mümkün mü? Bugün içinde yaşadığımız gelişmişlik düzeyi ile birlikte gelişen ferdiyetçilik ve sosyal devlet algı ve olgusu insanların merhamet duygularını dumura uğrattı. Çünkü insanlar şefkat ve merhamete muhtaç; yoksul, yetim, yaşlı, düşkün ve yalnızlara el uzatmamakta, bunu devletten beklemekte ve bu duygularını geliştirecek ortamlardan uzak durmaktadır.

Modern hayat tarzının insanlara kaybettirdiği en önemli değerlerden birisi şüphesiz budur. Toplumlar teknolojik olarak geliştikçe sosyal olarak gerilemekte, yalnızlaşmakta ve bencilleşmektedir. Bugün modern toplumlarda hâkim olan renk kimsesizlik, ilgisizlik ve yalnızlıktır. Başkalarının farkında olma ve kimsesizleri arama hassasiyeti maalesef bizim toplumuzda da giderek artmakta. Ebeveynlerin evlâtlarından, evlâtların ebeveynlerinden koptuğu çağımızda çok yürek burkan hâdiseler yaşanmaktadır. Nitekim Ankara’da bir huzurevi müdürünün anlattığı bir hâdise çok yaralayıcı ve düşündürücüdür. “Huzurevinde kalan yaşlılardan biri vefat edince genellikle ailelerine haber veririz” diyor müdür Bey. Geçenlerde bir vefat oldu. Vefat eden amcamızın dosyasını çıkardım, baktım orada evlatlarının isim ve telefonları var. Oğlunu aradım ve dedim ki: “Efendim, başınız sağolsun. Babanız vefat etti. Cenaze için size haber vereyim istedim.” Karşı tarafta oğlunun sert ve hükmeden sesi beni şaşkına çevirdi: “Beni niye arıyorsun kardeşim, belediyeyi arasana…” dedi. Ben ne cevap vereceğimi bilemedim, teşekkür edip telefonu kapattım. Baba ile oğul arasında ne yaşandı da ilişki bu noktaya geldi bilinmez, ama bir hoyratlıktır almış başını gidiyor.

Ramazanla gelen diriliş ikliminde Allah yolunda kurulan gönül köprülerinin yüz yüze bakmayı, yürek bütünlüğü içinde olmayı sağlayacağına inanıyoruz. Kopukluk ve uzaklık başladığı zaman yalnızlaşma meydana geliyor. Toplumdaki bütün kesimler arasındaki münasebetler kristal cam mesabesindedir. İletişimler dikkatlice korunmaz ise çeşitli zararlara uğrayarak kırılır ve bozulur. Maalesef günümüz insanları bunun farkına varamadıkları için, çevresinin farkında olmayan merhametten mahrum bencil fertler hâline geldi. “Her koyunun kendi bacağından asılacağı” düşüncesiyle insanlar çevreye duyarsızlaştı, kimsesizleri unuttu.