Haram lokma, gönle yorgunluk, ahirete taşınan ve orada hesabı verilecek ağır bir yük ve utanç sebebidir.
Allah Teâlâ meşru kazancın ölçülerini şöyle tayin buyurmuştur: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl; gayr-i meşru yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapa geldiğiniz ticaret bundan ayrıdır. Kendinizi helâk etmeyin. Allah size karşı çok merhametlidir.” Ayetteki ‘batıl’ kelimesi hırsızlık, hainlik, gasp, kumar, faiz, haksız muamele, sefihlik, israf gibi hem kazanma, hem de harcama yollarının gayr-i meşru olan her türünü kapsamaktadır.
Ayette haksız mal yemekten korunup takvaya erme şartlarından birinin ticaret olduğu anlaşılmaktadır. Haksız yolla birisinin malını yemek; insanları ölüm ve helâk ile yok etmek demektir. Eğer meşru yoldan ticaretle birbirinizin hukukuna riayet etmezseniz birbirinizi öldürmüş, helâk etmiş ve yemiş olursunuz. Ayrıca haram lokma yiyen, kendini helâk etmiş gibi olur. Çünkü haram, insanın helâkine ve ahirette azabına sebep olur.
İslâm bir hassasiyetler disiplinidir. Bu hassasiyet insanın ağzından giren lokmalarla yine oradan çıkan sözlerin Allah ve Rasulü’nün istediği istikamette olmasına özen göstermesine vesile olunca buna “vera” denir. Boğazdan geçen lokmanın helal olması çok önemlidir. Allah’ın belirlediği sınırlar söz konusu olduğunda, hassasiyetleri harekete geçmeyen insan, ciddi bir kalbî aşınma içine sürüklenmiş demektir.
Helal lokmayla beslenen vücuttan meşru davranışlar sâdır olur. Halk arasındaki “yılan çıktığı deliğe girer” sözü bu manayadır. Bu söz işin başlangıcı ile sonu arasındaki ilgiye işaret ettiği gibi haramın harama, helalin de helal ve meşru şeylere vesile olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Sehl b. Abdullah Tüsterî şöyle der: “Haram yiyenin azaları, -kendisi bilsin bilmesin, istesin istemesin- isyan eder. Yediği helal olan kimsenin azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işler yapmaya muvaffak olur.” Helal lokma, kalbî hayatı geliştirir ve tefekkürü derinleştirir.
Helal kazanç maddî ve manevî gelişmenin esasını teşkil etmektedir. Helal lokma ile beslenmeyen bir kişinin ne ibadetlerinden, ne de muamelâtından fayda umması mümkün değildir. Çünkü helal kazanç tertemiz bir su, haram lokma ise o duru ve saf suyun içine akan kirli ve bozuk bir damar gibidir. Amellerin makbul olabilmesi için o saf ve duru suya, haram katrecikleri bulaştırmamak gerekir.
Lokma vardır, kalbi nurlandırır, lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, insanı dünya ile meşgul eder, lokma vardır insanı hakikat âlemiyle meşgul eder. Haram yemek, insanı süflî arzularla meşgul ederek gaflete duçar eder ve kalbi manevî açıdan öldürür. Haram kazanç ateşi avuçlamak gibidir. Helal kazanç ise insanı ahiretle meşgul eder ve ibadetleri sevdirerek kalbi, Müteal olan Allah’a yaklaştırır.
İnsan olan yerde haram ve günah bulunabilir. Günah ve kusurdan tamamıyla arınmış insan bulmak zordur, ama günaha batmış haline çıkış; perişanlığına mazeret ve haksızlığa meşruiyet arayarak halinden memnun bir görüntü vermek herhalde uygun olmaz. Bu yüzden Müslüman’ın önceliklerini yeniden gözden geçirmesi gerekir. O öncelikler iman, ahlak, ibadet ve muamelat sırasına göredir. Küçülen bir köy haline gelen dünyamızda iletişim araçları, medya, bilgisayar ve internetle ramazan ayını bir milat olarak görüp yeni nesillere bu öncelikleri kendi değerlerimizden örneklerle en iyi biçimde aktarmalıyız.