Genellikle mal ve servet gibi maddî imkân ve kıymetler hakkında kullanılırsa da, insanoğlunun haddi aştığı her hususu içine alan geniş bir manayı kapsar. Dolayısıyla israf yeme-içme ve giyim-kuşam gibi tüketim alanlarında olduğu gibi insan, zaman, sağlık ve çevre gibi konularda da olur. Tüketim ve harcamanın en aşağı derecesi cimrilik, ortası iktisat ve kanaat, aşırısı ise israftır. Nitekim şu âyet-i kerîmede konu şöyle açıklanmaktadır: “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”
İslâm’da cimrilik de, israf da nefsani duygulardandır. İnsan nefsine olan zaafı sebebiyle sınırsız harcamalarda bulunur ve israfa düşer. Yine insan, nefsinin biriktirme tutkusuyla cimrilik yaparak mala bekçilik eder. İlâhî ve dini bir emir olan zekât, bu itibarla bir bakıma arınmadır; insandaki bencillik duygusunu terbiye edip, hasedden ve cimrilikten kurtularak israfa düşmeden iktisad üzere yaşamayı öğretir. Zekât emrinde insanın sâhip olduğu maddî imkânları başkasıyla paylaşma özelliği vardır.
İslâm, adaleti, ortayolu emreden, dengeyi ve itidali önemseyen, tüketirken bile ahlaklı olmayı telkin eden vasat/orta yoldur. İktisadî hayatta cimrilik edenler de, israf edip saçıp savuranlar da nefislerini putlaştıranlardır. Çünkü cimri sâdece kendisini düşündüğü için kimseyle bir şey paylaşmak istemediği gibi, müsrif de sâdece kendi hazları için elinde ve avucundakini hoyratça savurarak nefsini ve benliğini putlaştırmaktadır. Bu yüzden kişinin nefsi için yaptığı aşırı masraf, israf sayılmıştır. Başkaları adına yaptığı harcamalar ise bu kapsama dâhil değildir. İsrafta gerekli olandan çok harcamak ve kanaatsizlik söz konusudur. Kur’an’da orta yolu izleyen bir millet olarak tanımlanan Müslümanların itidalden ayrılıp israfa düşmelerini yasaklayan pek çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan biri şöyledir: “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.”
Tüketim ve israf, insanı egoist ve bencil yapar. Böylece insanoğlu, mayasında bulunan toprağın suyu tutma özelliği gibi, dünyevî şeyleri tutar ve yutar. Zira insanın temel meyli hodgâmlık; yâni bencilliktir. İnsanoğlu, kendi nefsine olan sevgi ve düşkünlüğü sebebiyle nefsinin ihtiyaçlarını tatmin etmeyi arzular ve bunun yolunu arar. İsrafın önüne geçecek eylemler ile birlikte iyi bir nefs ve irade terbiyesi olmadan bu duyguların frenlenmesi zor, hatta imkânsızdır. İsraf, bireyselci ve pragmatist duyguları kamçılar. Ferdiyetçilik ve pragmatizm insanı fedakârlık anlayışından uzaklaştırarak kişileri “kendi hayatını yaşama” anlayışıyla başkaları adına verici olmaktan alıkoymaktadır. Aslında bu duyguların önüne geçecek tavır “bir lokma bir hırka” anlayışıdır. Çünkü bu düşünceye göre aslolan mala sahip olmak değil, onu başkalarıyla paylaşmak, kardeşlerini kendine tercih ederek bir lokma ve bir hırkanın dışında elinde ve avucunda bulunanı başkalarına dağıtmaktır. Çalışmayı bırakıp üretimden kaçmak değil, çalışıp şahsî ve nefsî tüketimden kaçarak ihtiyaç içindeki kardeşini kendine tercih etmek; yâni îsar sahibi olmaktır.
İsraf, ferd ve birey kadar, belki daha da fazla toplumu ilgilendiren bir sapmadır. İsrafa alışan insan başkalarını düşünmez hale geldiğinden toplumda sınıf farklılıkları artmaktadır. Zenginlerin müsrif tavrı fakirleri ezmekte, onları da israfa yönlendirecek birtakım sosyal yaralar açmaktadır. Oysaki insan, paylaşmayı bildiği ölçüde saygın ve mutlu olur. Sevginin temel şartı paylaşım ve özveridir. Sahip olunan nimetlerden başkalarını da yararlandırmaktır. İsraf her türlü kaynak ve imkânı lüzumsuz ve bilinçsiz olarak kullanmaktır. Bundan kurtulmanın yolu ferdî, ictimaî bilinçlenmeye, devletin duyarlılığına, halkı ile devletin işbirliği yapmasına bağlıdır. Güzel yurdumuzda huzurla yaşamak, gelecek nesillere güzel şeyler bırakmak istiyorsak devlet ve millet olarak harcamaları tüketim ahlâkı çerçevesinde dengeli hale getirmek, bu ramazan ikliminde israfın her türlüsünden kurtulmanın çarelerini aramak durumundayız.