29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

Mehmet Uçum: ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ projesini Kürtler reddetti

Uçum: Çerçeve yasa sayesinde çözüm sürecinin asli kamu öznesi artık devlettir. KCK-HDP sosyolojisinin, sokak çağrılarına itibar etmediği ortada. Etnik milliyetçi ve ayrılıkçı proje, bizzat Kürtler tarafından reddedildi. Yani süreç güçlenerek yürüyor.

Fadime Özkan24 Kasım 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Mehmet Uçum: ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ projesini Kürtler reddetti

Çözüm Süreci başladıktan sonra, müthiş bir akılla ve doğru bir zamanlamayla devreye sokulan Akil İnsanlar Heyeti, bütün bir Türkiye toplumunun ortak bir derdi hakkında konuşmasını yani sürecin toplumsallaşmasını sağlamıştı. Yerliydi, işlevseldi. Bu sayede mühim bir tecrübe edinildi. Kuşkusuz bu tecrübeler şahsi değildi. Bu nedenle bazı heyet üyeleri hem o tecrübenin, hem toplumsal ve ahlaki yükümlülüğün gereğini yerine getirmekten, sonradan da çekinmediler.

Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Bölgesi üyelerinden hukukçu Mehmet Uçum da onlardan biri, “süreç için sivil inisiyatif” çalışmalarının lokomotifi.

Çözüm sürecinin gidişatını konuştuğumuz Uçum, daha önce de yeni anayasa, faili meçhuller ve TMK mağduru çocuklar için çalışmış bir isim.

6-8 Ekim'de Kobani protestolarının şiddete evrilmesi nedeniyle çözüm sürecinin zedelendiği yorumları yaygın olarak yapıldı. Ancak sorumluluklar ve sonuçlar bakımından farklı farklı yorumlar da yapıldı. Sizin gözleminiz, analiziniz nedir?

Çözüm Süreci başladığından beri birçok engelle karşılaştı. Paris cinayetleri, Gezi olayları, 17-25 Aralık hamlesi, yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi hukuk dışı operasyonlar hep çözüm sürecini zayıflatmaya ve nihayetinde engellemeye dönüktü. Ancak bu operasyonlar çözüm süreci dışındaki yerel ve uluslararası aktörlerin ürünleri olarak gerçekleşti. 6-8 Ekim olayları ise bizatihi çözüm sürecinin içinde yer alan muhatap öznenin bileşenlerinin bir ürünü oldu. Dolayısıyla çözüm süreci bakımından diğer operasyonlara göre daha tehlikeli bir durum yaşandı.

HDP DE TELAŞLANDI

Tehlikeyi atmamızı sağlayan ne oldu?

Eğer Kobani eylemlerinde militan pratiğe dayalı eylemler toplumsal bir tabana otursaydı çözüm süreci tamiri güç zararlar görebilirdi. Ancak sokağa çağrı yapanların öngöremediği iki durum gerçekleşti. Birincisi KCK, HDP sosyolojisinin ezici çoğunluğu Kobani olaylarına pozitif bakmadı ve olaylara katılmadı. İkincisi olaylardaki şiddet ve yıkıcılık seviyesi çağrıyı yapanları da telaşlandırdı. Olaylarda 46 yurttaşımız hayatını kaybetti, 682 kişi yaralandı. Olaylar sırasında bölgede hesabı bulunan çözüm süreci karşıtı güçlerin devreye girdiği güçlü izlenimler edinildi. Sokağa çıkma çağrısı yapanlar Türkiye toplumunun ve özellikle de bölgedeki Kürt vatandaşlarımızın olaylara karşı aldığı sağduyulu tutumun baskısıyla bu sefer olayların bitmesi için çağrı yaptı.

 

TOPLUM SÜRECE SAHİP ÇIKTI

Sorumluluk kimdeydi?

Kobani olaylarının sorumluluğu ağırlıklı olarak sokağa çağrıyı bir stratejik hamle olarak gören siyasi aktörlerdedir. Ancak onların da öngörüsünü aşan, bir anlamda onları da sarsarak kendilerine getiren bir süreç yaşandı. Türkiye toplumu ve özellikle bölgedeki Kürt vatandaşlarımız toplumsal meşrutiyeti olmayan siyasi hamlelerin karşılık bulmayacağını KCK, HDP yapılarına çok net bir biçimde gösterdi. Bir anlamda toplum bu siyasi aktörlere çözüm süreciyle ilgili son derece önemli bir ders verdi. O ders de şuydu; toplumsal desteği olmayan, toplumsal iradeye dayanmayan stratejilerle çözüm süreci yürütülemez, bu stratejiler sürece zarar verir. Sürece zarar veren aktörleri de bu toplum affetmez. Olayların diğer bir önemli sonucu ise Türkiye’nin batısında yaşayanların çözüm sürecine ve barışa sahip çıkması oldu. Batı sosyolojisi çözüm sürecinin ne kadar önemli olduğunu bu olaylar sebebiyle çok daha derinden kavradı. Sürece şüpheyle bakanlar, yeterince inanç duymayanlar dahi çözüm ve barışın gelecekleri için hayati bir önemde olduğunu gördü.

SÜREÇ GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ

Kobani olayları süreci nasıl etkiledi? Geriye mi düşüldü süreçte?

Çözüm süreci, başladığından beri karşılaştığı en tehlikeli kırıcı hamleye karşı toplumun yaratmış olduğu güvenceyle Kobani olaylarından güçlenerek çıktı. Defalarca test edilen çözüm sürecinin Kobani olaylarından sonra toplumsal meşruiyeti ve sosyolojik desteği sebebiyle geri döndürülemez bir süreç olduğu güçlü bir biçimde ortaya çıktı.

Çözümün hiç kolay olmadığını biliyoruz ama hali hazırda yaşadığımız zorluklar sizce nasıl aşılır?

Elbette çok zor bir süreç yaşıyoruz. Ama bu zorluk sürecin yürüyüp yürümeyeceğine ilişkin değil nasıl ilerletileceğine ilişkindir. Taraflar arasında “nasıl” konusunda farklı yaklaşımlar var, olabilir. Önemli olan sürecin devamlılığı konusundaki kararlılıktır. Çıkan sorunları aşarız, elimizde çok önemli imkânlar var. Birincisi toplumsal destek, ikincisi başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere Hükümetin kararlılığı ile muhatap öznenin süreçte pozitif bir rol oynayacağını, Öcalan’ın liderliğini vurgulayarak açıklıkla ortaya koyması, üçüncüsü süreçte sorumluluk almak isteyen sivil iradelerin olması, dördüncüsü ise sürece ilişkin bir çerçeve yasaya sahip olmamız.

ÇERÇEVE YASA ÇOK DEĞERLİ

Halbuki bu yasa hiç çıkmamış gibi davranılıyor, Hükümet hiçbir yapıcı, kalıcı adım atmadı bile deniyor?

Bu yasa çok önemli. Adına ilişkin bazı çevrelerden gelen eleştiriler yasanın değerini ve önemini asla azaltmaz, azaltmıyor da. Yasa ile çözüm sürecinin asli kamu öznesi devlet oldu, sadece hükümet de değil. Yasa ile çözüm süreci devlet pratiğinin öncelikli konusu haline geldi. Sürece ilişkin devlete aydınlatma yükümlülüğü verildi. Çözüm sürecine ilişkin faaliyet yapılacak on yaşam alanı belirlendi. Bu alanların bazılarında çok kapsamlı hazırlıklar yapılıyor, örneğin geri dönüşler, siyasal, iktisadi ve sosyal yaşama katılma konuları, koruculuk sisteminin kademeli de olsa tasfiyesine ilişkin yapılması gerekenler gibi. Tabi ki taraflar arasında görüşmelerin sistematiğini oluşturmak en önemli unsurlardan biri. Bu konuda da çok pozitif gelişmeler var.

KÜRTLER KCK’NIN HEDEFİNİ BOŞA ÇIKARDI

Kobani olmasaydı da süreç bir tıkanıklığa zaten girecekti çünkü tarafların sürece dair paradigmaları farklıydı ve ancak buraya kadar taşınabildi. Paradigma farklılığı şuydu; Kürt tarafı süreçten statü kazanmış olarak çıkmak isterken hükümet şimdiye dek hoyrat devlet uygulamaları dolayısıyla yaralanmış toplum kesimlerinden biri olan Kürtlerle kucaklaşmak istiyor, deniyor. Siz Akiller Heyetinde Doğu Anadolu bölgesi üyesiydiniz. Bölge halkı açısından durum nasıldı? Siz böyle bir paradigma ve hedef farklılığı görüyor musunuz?

Paradigma farkı şuydu: Hükümet demokratik bütünleşme ve Türkiye’nin demokrasisini geliştirmek üzerinde çözüm sürecini yürütmek isterken PKK, KCK, HDP bileşenleri en azından etkili bir bölümü nihai olarak ayrılığı hedefleyen statü arayışı üzerinde yürümek istedi. Fakat bu paradigma farkında ayrılık hedefinin Kürtler arasındaki toplumsal karşılığının çok güçlü olmadığı Kobani olaylarıyla bir kez daha teyit edildi. Zaten “Ne Mutlu Kürdüm Diyene” projesiyle bölgenin Kürt sorununun çözülemeyeceği ortada. Üstelik bu projede bölgedeki tüm Kürtler’in kapsanması gibi bir yaklaşım da yok. Kürtler arasında sadece belli bir ideolojik-politik hatta yer alan bir kesimle sınırlı ayrı devlet hedefi hem gerçekçi değil hem de bugünün koşullarında geri bir projedir. Etnik milliyetçilikten asla ilericilik ve demokrasi çıkmaz. Hele Kürt etnisitesinin sadece belli bir kesimine yönelik böyle bir strateji bu nedenle dahi dışlayıcı, baskıcı ve gerici bir yaklaşım olur. 21’nci yüzyıl koşulları “dışlayıcı millet” anlayışlarına hayat hakkı tanımaz. Ak Parti’nin başarısı Türkiye’nin sorunlarına “kapsayıcı millet” anlayışıyla yaklaşmasıdır. Bu yaklaşım Ak Parti’ye diğer tüm siyasi aktörler karşısında büyük bir üstünlük sağlıyor. Çözüm sürecinin ruhunu da “kapsayıcı millet” anlayışı oluşturuyor. Yani bütün kimliklerin, tercihlerin ve yönelimlerin kendini özgürce ifade edebileceği birbirleri üzerinde üstünlük kurmayacağı, eşitliğin esas olduğu bir siyasal toplum anlayışıdır bu. Şüphe yok ki “kapsayıcı millet” anlayışının bir sonraki aşaması Türkiye toplumunun tüm bileşenleriyle ortak kimliğini oluşturmasıdır. Yani “ortak toplumsal kimliğimizi” çeşitlilik içinde birlik anlayışıyla yeniden kurmamızdır. Buna ilişkin çok güçlü bir toplumsal talep var.

BÖLGEDE SÜRECE DESTEK YÜZDE 200

Ortak gelecek ve ortak kimlik talebi bölgede de var mı?

Elbette. Nitekim biz Doğu Anadolu’da faaliyet yürütürken müthiş bir barış ve birlik iradesi gördük. Doğu Anadolu Bölgesi üzerinden baktığımda barışa yüzde 200 destek vardı, çünkü herkes en az iki kişilik bir coşkuyla çatışma ve şiddetin bitmesini istiyordu. Yani hiç kimse Türkiye’de herhangi bir siyasal-toplumsal sorunun artık askeri ve silahlı yöntemlerle çözülmesini istemiyordu. Çözüm sürecinin kendisine verilen destek ise neredeyse yüzde 98, 99’du. Karşı çıkanlar hem son derece küçük bir azınlıktı. Hem de yönteme karşı çıkmalarına rağmen karşı seçenek sunmak konusunda bir fikre sahip değillerdi. Destekleyen çevrelere baktığımızda koşulsuz destekçiler, güvence isteyen destekçiler ve endişeli destekçiler diye üç grup gözleniyordu. Kalıcı bir çatışmasızlık ve güvenli ortam için sürece koşulsuz destek verenler önemli bir çoğunluk oluşturuyordu. Kürtler, Aleviler, Dindarlar, azınlıklar, diğer kimlik grupları ve sosyal adalet arayanlar çözüm sürecinin eşit haklı ve katılımcı bir siyasal sistem inşasıyla tamamlanmasını istiyordu. Endişeli destekçiler ise iki alt grupta toparlanıyordu. Kürtler arasında sürecin hak ve özgürlüklerle desteklenmeyerek yeni bir aldatma pratiğinin yaşanması endişesi görülüyordu. Türk milliyetçisi çevrelerde ise sürecin bölünme riski yaratmasından kaygı duyuluyordu. Her iki endişe de hem 21. yüzyılın koşulları bakımından hem de sürecin bir hukuk reformunu zorunlu kılması açısından güçlü siyasal ve iktisadi dayanaklara sahip değil, nitekim bugün bu endişeler pek gündeme gelmiyor. Türkiye toplumu Doğu Anadolu merceğinden görüldüğünde barış ve demokrasi sürecinin hiçbir biçimde engellenmesine izin vermeyecek bir toplumsal irade ortaya koyuyordu. Bugün geldiğimiz noktada Doğu Anadolu pratiğinin ne kadar doğru öngörüler ürettiği çok daha iyi anlaşılıyor.

SÜRECİN ÖZNELERİ, TARAFLARI

Elinde silah tutan örgüt PKK olduğu için o çizgideki siyasi hat süreçte muhatap alınıyor ama meseleden etkilenen kesimler çok daha geniş ve muhatap alınmak istiyorlar yahut PKK-HDP şemsiyesi altındalarmış gibi değerlendirilmek istemiyorlar. Bu kesimlerin ayrıştırılması ve birer aktör olarak sürece dahil olması düşünülmeli midir, bu mümkün müdür?

Çözüm sürecinin özneleri şöyle: Temel ve merkez olan, icrai role sahip özne tabi ki Hükümet ve kontrol edebildiği kadarıyla devlettir. Muhatap özne Öcalan liderliğinde PKK ve ilişkili siyasi aktörlerdir. Taraf özneler Türkiye’deki tüm siyasi aktörlerdir. Bunlar arasında özellikle Kürtler açısından Ak Parti, HDP ve Hüda Par öne çıkıyor. Sosyolojik özne tüm bileşenleriyle Türkiye toplumudur. Dış özne ise bölgede bulunan güçler ile bölgede hesabı olan güçlerdir. Türkiye Devleti, bir devlet politikası haline getirdiği çözüm sürecini tüm bu özneleri hesaba katarak hiç birinin rolünü önemsizleştirmeden, göz ardı etmeden yürütmek zorunda. Elbette bu öznelerin hepsinin rolü pozitif ve yapıcı değil. Tam tersine özellikle bölgede hesabı olan güçlerin rolü inanılmaz seviyelerde çözüm süreci karşıtı bir durumda. Türkiye’nin iç dinamiklerinin ürettiği öznelerin negatif konumlanmış dış özenlere karşı birlikte hareketi yaşamsal bir değerdedir. Muhatap özne çözüm sürecinde kilit role sahip. Silahsızlanma, şiddetin tamamen sona ermesi muhatap özne ile birlikte kotarılacak işlerdir. Ancak yeni siyasal sistem, reform süreçleri taraf özneleri sürece katmayı, sosyolojik özneye dayanmayı zorunlu kılıyor. Bölgede bulunan güçlerle ise demokrasi, barış ve hukuk üzerinden işbirlikleri geliştirmek son derece önemli.

SÜREÇ KOBANİ’DEN Mİ GEÇER? 

Bölgedeki gelişmelere geçmek isterim. Malum bölgede dengeler hızla değişiyor ve bunların süreci etkileme gücü bulunuyor. Soru şu: Çözüm süreci Rojava'dan geçer türü cümleler gerçekçi midir? Süreci PYD-PKK'nın Suriye'deki hedeflerinden bağımsız olarak neticelendirmek mümkün müdür? 

Rojava çözüm sürecinin ön şartı söylemi çabucak eskidi. Elbette Kobani’ye uluslararası hukuk çerçevesinde sahip çıkmak gerekli. Hükümet bu konuda çok ciddi adımlar attı. Farklı önlemeler de gündeme gelebilir. Tabi ki bölgede yaşayan tüm Kürtler bizim komşumuz, doğal müttefikimiz ve Kürt yurttaşlarımızın yakınları, parçaları. Tabi ki ülke olarak biz Kobani dahil bölgedeki Kürtlere yönelik her türlü tehdite karşı tavır alırız, almalıyız. Ancak Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünü bölge dinamiklerine bağlamak sorunu çözümsüzlüğe taşımak tehlikesi taşıyor, bu tuzağa kimsenin düşmemesi gerekiyor. Çözüm süreci Başbakan Davutoğlu’nun deyimiyle “milli, yerli ve özgün”dür. Bize aittir. Biz çözmeliyiz ve çözeceğiz. Biz çözüm sürecini başarıya ulaştırdığımızda bu durum bölgedeki Kürtlerin sorunlarının çözümü bakımından da müthiş imkânlar doğuracaktır.

YETERLİ TÜRKİYE BİR OLSUN

Amerika'nın IŞİD'e karşı PYD üzerinden PKK ile irtibat kurduğu, işbirliğine girdiği biliniyor. Bu durum süreci nasıl etkiler?

ABD dahil bölgede hesabı bulunan bütün dış özneler Türkiye toplumu birlikte hareket ettiği sürece çözüme ve barışa hedefine zarar veremez. Zorluk çıkarabilirler. Aksaklıklar yaratabilirler ama süreci engelleyemezler. Bu nedenle bölgede hesabı bulunan güçlerin bizimle siyasi işbirliği yaparak, çözüm sürecine destek vererek bölgedeki çıkarlarını koruyabileceklerini anlamaları gerekiyor.

ÜÇÜNCÜ GÖZ YERLİ OLMALI

Amerika'nın üçüncü göz olması talebi de dile getirildi açıkça. Hükümet ise sürecin yerli kalmasını istiyor, dışarıdan bir aktörün devreye girmesini istemiyor. Ne olmalı sizce, ne olur?

Kesinlikle dışarıdan bir aktör sürece girmemeli. Bir kez daha söylüyorum, bize ait bir sorunu tabi ki biz çözmeliyiz. Türkiye’nin Kürt sorunu kartını asla dış öznelere vermemeliyiz. Üçüncü göze ihtiyaç varsa bu kendi iç dinamiklerimizle üreteceğimiz bir yapı olabilir. Buna uygun ortamımız ve gücümüz var.

Türkiye içinden sivillerin -hatta Akiller Heyetinde yer alan isimlerden bir heyetin üçüncü göz olmasından bahsediliyor. Bu süreçte ne yapılmalı neden sakınılmalı?

Üçüncü göz, izleme kurulu gibi yapıların devreye girmesi konuşuluyor, anlamlıdır da. Sadece akil heyetten insanlardan oluşmasına gerek yok, heyet dışından kişiler de bu tip yapılarda görev alabilir, almalıdır da. Önemli olan böyle bir yapının sivil olması, objektif davranması ve yapıcı yaklaşımlarla taraflara yardımcı olmasıdır.

SİLAHLARA VEDA ZAMANI

Öcalan'ın 2015 Nevruz’unda PKK'ya silah bırakma talimatı verebileceğini, Kandil'in de buna tamam dediğini açıklamıştı Demirtaş. Karşılıklı adımlardan bahsediliyor. Hükümet önce kamu güvenliği diyor. Karşılıklı atılacak adımlar nelerdir?

Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde askeri yöntemler, şiddete dayalı yöntemler anlamını yitirmiştir. Öcalan “silahlara veda”yı 2013 Nevruz mesajında yaptı zaten. 2015 mesajı bunun son noktası olur, olmalıdır da. Temel yöntemimiz demokratik ve meşru siyasettir. Temel yönelimimiz ise gelişkin bir demokrasiye kavuşarak çözüm sürecini kalıcı barış ve birliğe ulaştırmaktır. Bunun için toplumsal düzenin sağlanması, herkesin gündelik hayat içinde kendini güvem içinde hissetmesi, “gölge devlet” uygulamalarına son verilmesi son derece önemli bir koşuldur. Toplumsal düzenin olduğu yerde hak ve özgürlük hamleleri yapabiliriz. İhtiyacımız olan yeni siyasal toplumun hukuk reformunu başlatabiliriz. Bunun için yeni anayasayı hayata geçirebiliriz. Beklentim toplumun güvenliği için bölgede hızla kamu düzenin sağlanması ve ülkemizin geleceğini inşa için yeni anayasal sürecin başlamasıdır.

TEMEL İRADE TOPLUMA AİT

Hakikat komisyonları, İmralı’da sekretarya, sivil heyetlerin adayı ziyaretleri, dağdan dönüşler için yapılması gerekenler tartışma konusu. Sizce olması gerekenler neler?

Sürecin gerektirdiği her türlü mekanizma kullanılabilir. Öcalan’ın görüşme çeşitliliğinin sağlanması önemli. “Siyasete Sivil Katkı” adı altında başlayan ve çözüm sürecine destek veren çalışmalar sivil toplumun yeniden çözüm sürecinde aktif bir pozisyona geçmesi için büyük önem taşıyor. Hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım çözüm sürecin asli taşıyıcısı ve asıl güvencesi toplumumuzdur. Siyaset ve diğer kurumlar topluma dayanarak ve toplumsal iradeyi esas alarak çözüm sürecini ilerletmek için her türlü adımı atabilir her türlü aracı kullanabilir.