4 Aralık bir milat olarak konuşuluyor. O tarihte yayımlanan ABD Ulusal Güvenlik Strateji (NSS) belgesi için "yeni bir dönemin ilanı" yorumları yapılıyor.
Aslında bu yeni dönemin habercisi olan çok sayıda gelişme uzun süredir yaşanıyordu. Trump ABD'sinin tüm politik tercihleri, kararları ve söylemleri, ilk başkanlık döneminden itibaren bugünlerin sinyallerini veriyordu. Trump ikinci dönemine çok daha güçlü geldi ve "America First"ün ne anlama geldiğini uygulamalı olarak gösteren adımlar atmaya başladı.
NSS'ye fazla anlam yüklememek gerektiğini söyleyenler de var. Ancak belgenin içeriği, yalnızca bundan sonra ABD'nin neyi nasıl yapacağına dair değil, bugün olup biteni açıklaması bakımından da oldukça fikir verici.
Belgenin en dikkat çeken, en çok konuşulan bölümü Avrupa'ya dair olan kısım.
Trump'ın bir süredir AB ülkelerine neden had bildirdiğinin, Ukrayna-Rusya Savaşı'nda neden Rusya lehine bir tutum sergilediğinin ve Avrupa'daki sağ siyasetçileri neden desteklediğinin adeta izahı niteliğinde ifadeler yer alıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Atlantik İttifakı, Avrupa'yı ABD'nin güvenlik şemsiyesi altına almıştı. Trump ise şimdi Avrupa'ya açıkça "artık başınızın çaresine bakın" diyor. NATO üyesi ülkelere yönelik, savunma bütçelerini 2035'e kadar yüzde 5'e çıkarma şartını 2027'ye çekmesi de bu yaklaşımın bir göstergesi. Görünen o ki Trump için NATO'nun pek bir önemi kalmamış durumda.
Avrupa'yı bir yük, hatta asalak olarak görüyor; progresif sol ve kültürel liberalizme ise açık bir antipati besliyor. Avrupa'da Viktor Orban benzeri liderler görmek istiyor.
Alıştığımız, Atlantik'in merkezde olduğu dünya haritasına artık Pasifik'ten bakmaya başlayacağız gibi görünüyor. Çin'in batıda, ABD'nin ise doğuda konumlandığı yeni bir perspektiften... Çünkü ABD için artık odak noktası Avrupa değil; Amerika kıtası ve kendi batısında yer alan Pasifik komşuları.
ABD'nin Avrupa ile kurduğu bu yeni ilişki biçimi, Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Trump'ın sert şekilde tartakladığı AB ülkeleri, Türkiye'ye karşı yıllardır sürdürdükleri buyurgan tavrı bir kenara bırakmış durumdalar. Eski havalarından eser yok. Artık açıkça "Türkiyesiz güvende değiliz" demeye başladılar.
Trump, Avrupa kadar Orta Doğu'da da farklı bir politika izliyor. İdeolojik seçicilik yapmadan, "demokrasi götürüyoruz" yalanına başvurmadan, yalnızca kendi ticari çıkarlarını önceleyen ve mümkün olan en kısa sürede bölgeden çekilmeyi hedefleyen bir yaklaşım söz konusu. Elbette geride, kendisi için tehdit oluşturmayacak, ekonomik bağlarla güçlü şekilde ilişkilendiği ülkeler bırakmak istiyor.
Bu nedenle Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgenin güçlü aktörleriyle iyi ilişkilere ihtiyaç duyuyor. Suriye'deki yeni yönetimi desteklemesinin sebebi de bu. Türkiye'nin bölge vizyonuyla çatışmamasının nedeni de aynı şekilde açıklanabilir. İsrail'i sınırlamaya çalışmasının arkasında ise, İsrail'e sürekli vermek zorunda kalırken diğer Orta Doğu ülkelerinden alabiliyor olması yatıyor.
ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi, Türkiye açısından önemli fırsatlar barındırıyor olabilir.
Uzun süredir sahip olunmayan imkân kapıları aralanıyor olabilir. 2010'dan bu yana sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye, geçen 15 yıl boyunca türlü zorlukları ve badireleri aşarak bugünlere geldi.
Dünya, sert ve tehlikeli bir virajda. Savrulmamak için kemerleri sıkı bağlamak ve kararlı durmak gerekiyor. Bu dönem, güçlü liderlere sahip ülkelerin avantajına işliyor. Avrupa'nın en büyük eksiği de tam olarak bu. Merkel sonrası AB'nin büyük ülkelerinin başında belirleyici bir lider yok. Trump'ın hiçbirini ciddiye almamasının nedeni de bu.
Türkiye'nin en önemli avantajlarından biri ise güçlü liderliği. Cumhurbaşkanı Erdoğan, uzun ve zorlu dönemleri yönetebilmiş bir lider olarak fark yaratıyor.
Dışarıdaki fırsatları, içeride atılacak doğru politika adımlarıyla taçlandırmayı başardığımız takdirde, "Türkiye Yüzyılı" hedefine çok daha fazla yaklaşmış olacağız.