Nevruz ve İsrail’in özrü arka arkaya geldi. Ateşin üzerinden atlamak, ateşin içinden geçmektir bir şekliyle.
Hem Nevruz’dan hem İsrail’den işittiklerimiz, umut vericidir, sevindiricidir. Her ne kadar sesin çıktığı mecraların daha evvelki hallerini, sözlerini, eylemlerini gayet iyi bilip, hatırlıyorsak da, şimdi esas mesele; daha fazla gözyaşı ve kan dökülmesini durdurmaktır. Her iki mevzuda da metanete, sabra, aklı selîme ihtiyacımız olduğu aşikar...
Allah, gönüllerimize sekinet indirsin. Basiret, feraset, merhamet, hakkaniyet galip gelsin.
***
Suriye’deki son saldırılarda büyük bir alimi kaybettik. Cizre doğumlu Botanlı Prof. Muhammed Said Ramazan El-Butî, Cami’de katledildi. Rejime verdiği destek yüzünden ağır eleştirilere maruz kalıyordu. Prof. Buti’nin dilimize çevrilmiş fıkıh, siyer, kelam konulu 60 civarında eseri mevcut. Tüm İslam dünyasının saygı duyduğu bir bilgindi. Risale yayınlarından çıkmış “Kur’anda İnsan ve Medeniyet”‘i dilimize çevirmiş Resul Tosun Beyefendi ile canlı yayında hasbihal ederken, Buti’nin yakınlarından, kendisinin Türkiye’ye geçmeye hazırladığını işittik. Son raddeye kadar tahammül etmeyi tercih etmişti. Suriye’nin iç ve dış mekanizmalarının ne Libya ne de Tunus gibi olmadığını bilen birisiydi. Siyaseten yanlış yapmış olabilir, ama unutmamak gerek ki; “alimin vefatı, alemin vefatı gibidir”. Halep ve Şam’daki tarihi eserlerin imha olduğuna üzülen kişiler bilmelidir ki, allame Ramazan El-Buti artık dünyasını değiştirmiştir. Onu, rahat bırakınız, Rabbiyle baş başadır...
Ramazan El-Buti’nin katledilmesi bize şunu açıkça gösteriyor: Suriye’de ölen her can bizdendir. Suriyeli düşünür Cevdet Said de söylüyor; “Suriye’dekiler hep birlikte kaybediyor, kazananlarsa dışarda...” Hep büyük merceklerden, uzak mesafelerden konuşuyoruz, şia yayılmacılığından islami devrim beklentisine kadar, büyük cüsseli işlerden söz açıyoruz. Oysa içeride ve küçük hikayelerdeki dehşetlerden uzaktayız hepimiz. Ne 12 yaşında tecavüz sonucu gebe kalmış kızın ah’ı, ne doksan yaşındaki ihtiyarın camideki infazı.. Sünnisi, Şiisi, Hıristiyanı, İslamcısı, Liberali bir arada yanıyor Suriye’de. Ateşin içinden geçmek demiştik değil mi? İnsan aklını oynatacak raddeye geliyor Suriye’de yaşananlara bakınca... Belki de Ramazan el Buti’yi bu şartların yakıcılığı razı etmişti diktatörün o belalı balyozu altındayken susmaya... Bilmiyoruz. Halkı toptan imha olduktan sonra, Suriye’nin kuru toprağında kim hangi zaferi kutlayacak acaba? İslam Devrimcileri mi, Şia Diplomasisi mi? Bu çemberi nasıl kıracağız? Çember çember içinde...
Türkiye ne yapsın? Hudutlarımızı canhıraş halde aşabilmiş 250 bin mültecisiyle, fedakar doktorlarımız, sivil yardım ekiplerimizle, Suriye’deki kanamayı sarmaya çalışıyoruz. Akan kan, iskat edilen ismet, son bulur inşallah en kısa zamanda... Suriye için dışarıda kurulup bozulan geçici hükümetlerden çok, Akîl İnsanlara ihtiyacımız var, hem de derhal...
***
Kendi çözüm sürecimiz için dile getirilen “Akîl İnsanlar” konusu, meselenin sadece siyaset ve güvenlikten ibaret olmadığını bir kez daha anlatıyor hepimize. Hükümet büyük bir metanet ve cesaretle önemli bir alan açtı çözüm hakkında. Halkımız, içine yatmayan pek çok durumu, Başbakanımız Tayyip Erdoğan’a olan inancı güvenciyle tolore ediyor. Buna diğer siyasi partiler de destek, tashih, farklı katılım hatta yapıcı tenkitleriyle omuz vermeliler. Ama bu iş sadece partiler düzeyinde yürüyemez. Gönül işidir. Basirete, metanete, rahmete, sabra davet edecek sekinetli, emin seslere ihtiyacımız var. Mehmet Akif’lere, Bediüzzaman’lara, Yunus Emre’lere ihtiyacımız var. Vedasında kan davasını iki ayağının altına almış Seyyid el-Mürseli’nin (sav) sekinet dolu davetine muhtacız.
Toprak, bağrından akan ırmakların sesleriyle yeşerir...