"Tarihsel bağlamda bakıldığında, Çin Rusya'ya kıyasla daha zorlu ve ciddi bir güçtür. Bu yüzden, eğer halefiniz sizin kadar akıllıysa, muhtemelen önümüzdeki 20 yıl içinde Çin'e karşı Rusya ile yakınlaşma yoluna gidecektir. Ancak önümüzdeki 15 yıl boyunca Rusya'ya karşı Çin'le ittifak kurmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu güç dengesi oyununu tamamen soğukkanlı ve duygulardan arındırılmış şekilde yürütmeliyiz."
Bu sözler, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'ni dengelemek için Çin'le müzakere yürüten ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'a ait. Kissinger, dünya düzenine inanan ve bu ideal için yüz yaşına geldiğinde bile çalışan bir bakandı. Nitekim 1970'lerde Başkan Nixon'a verdiği bu stratejik tavsiyenin izini 2016'ya kadar sürdü; Trump seçilir seçilmez de "Çin'e karşı Rusya'yla yakınlaş" önerisini yineledi.
Hatırlayalım, Trump ilk döneminde Rusya ile yakın ilişkiler kurmak için ciddi çaba harcadı. Ancak müesses nizam ve ona bağlı medya, bu girişimlere sert şekilde karşı çıktı. Trump'ın uygulamaya çalıştığı bu strateji, literatürde "tersinden Kissinger dengesi" olarak anıldı. Fakat Russiagate komplosu ve "Putin'in kuklası" söylemleriyle karşılaştı ve sonunda geri adım atmak zorunda kaldı.
Tüm bunları neden hatırlatıyorum? Çünkü Trump ile Putin'in Alaska'daki görüşmelerini "ters Kissinger dengesi" çerçevesinde okumak, bana göre daha isabetli olur. Zaten bu konuda Mayıs ayında bir yazı kaleme almıştım. Orada özetle şöyle demiştim: Trump'ın kastettiği "Rusya-Ukrayna barışı", aslında Çin-Rusya ittifakını parçalamaya yönelik stratejinin bir parçası.
Peki bu sonuca nereden varıyorum? Biraz geriye gidelim...
ABD iç siyasetindeki çekişmeler, yoğun medya baskısı, Batı'nın Rusya'ya uyguladığı yaptırımlar, Ukrayna'nın doğusundaki çatışmalar, Moskova'nın Çin ve Küresel Güney ile yakınlaşan dış politikası ve Çin'le artan ticaret hacmi; tüm bunlar Washington'un Moskova ile anlamlı bir ilişki geliştirmesini neredeyse imkânsız hale getirdi.
Ancak Trump, Ocak 2025'te ikinci kez Beyaz Saray'a döndüğünde, o ve Marco Rubio, Kissinger tarzı stratejiyi yeniden uygulamaya koyabileceklerini düşündüler.
Burada Rubio'ya ayrı bir parantez açmak gerekiyor...
Rubio, sert çizgide bir neocon şahinidir. Pekin hakkında sürekli tehdit söylemleri üretti hep. Ocak ayında Senato'daki bir oturumda, Çin Komünist Partisi'ni "ABD'nin şimdiye kadar karşılaştığı en güçlü ve tehlikeli eş düzey rakip" olarak tanımladı. ABD ile Çin arasındaki rekabetin "21. yüzyılı şekillendireceğini" savundu.
Bu bakış açısıyla, Şubat ayında Suudi Arabistan'da Rus mevkidaşlarıyla yürüttüğü görüşmelerde Washington'un pozisyonunu şöyle özetledi: "Ukrayna'daki çatışma kabul edilebilir bir sona ulaşırsa, Ruslarla ortak çıkar alanlarında, hem jeopolitik hem ekonomik düzlemde iş birliği yapma fırsatları belirmeye başlıyor."
Yeri gelmişken not düşelim: Rubio, ABD tarihinde aynı anda hem dışişleri bakanı hem ulusal güvenlik danışmanı görevini üstlenmiş iki kişiden biridir. Diğeri ise Henry Kissinger'dı.
Alaska görüşmeleri sonrası kamuoyuna pek açıklama yapılmadı. Ancak bazı yorumcular, tarafların anlaştığını, hatta dünyayı şimdiden aralarında paylaştıklarını bile iddia etti.
Ne var ki, Trump-Rubio ikilisinin raftan indirdiği bu "ters Kissinger dengesi" baştan başarısızlığa mahkûm gibi görünüyor. Bizim Yaltacılar ezberlerini tekrar ededursunlar, bugün Çin ve Rusya arasında son derece sağlam ve kapsamlı bir ortaklık söz konusu. Bu durum, 1970'lerde Çin ile Sovyetler Birliği arasında hüküm süren düşmanlık atmosferine hiç benzemiyor.