Geçtiğimiz hafta “Bizde Adam Çok Bulunur” başlığında bir bildiri yayımlandı. Hattat, şair, öykücü, eleştirmen, sinemacı, fotoğrafçı, gazeteci imzalarla kamuoyuna sunuldu. Aktif manada siyasete dahil olmayan bu isimleri, siyasal içerikli bir bildiride toparlayan saikler nelerdi? Üstelik gerek sanata bakış gerekse medyada yer alışları açısından farklı durumlar sergiledikleri, zaman zaman birbirlerini kıyasıya eleştirdikleri halde, neydi onları bir imza çatısı altında buluşturan?
Times’ta ünlü isimlerin imzasıyla sunulan, Taksim kalkışmasından hareketle Hükümeti (hassaten Başbakanımızı) hedef alan kınama deklarasyonuydu görünürdeki ilk sebep... Fakat hepimiz biliriz ki sanat dünyasında an’ı kurup mayalayan tekne, dibi derin bir okyanusta yüzer... İş sanat gibi gözükse de asıl restleşme; dünden bugüne, kimin varolup olmayacağına karar verecek yetkiye dair bir hesaplaşmaydı... Times üzerinden muktedirliğini bir kez daha tanımlayan ana akım ses; “merkez benim”, tanımlarım, yargım küresel yargıdır, gerçek, güzel ve doğru olanı ancak ben bilirim” diyordu...
Ömer Lekesiz’in yıllardır sanat eleştirisi mahiyetinde anlatmaya çalıştığı “perspektif” meselesidir bu. Veya Ali Ural’ın son yazısında bahsettiği “ihtilaf” hadisesine Batı ve Doğu’nun farklı şekilde bakışlarıyla ilgilidir. Perspektifin kurduğu önem/önemsizlik, öndelik/arkadalık, üst/alt, iyilik/fenalık, güzellik/çirkinlik, doğruluk/yanlışlık gibi zıtlıklar ve bunlar arasındaki hiyerarşiler üzerinden kurulan “bakış açısı”, sadece sanattaki duruşunuzu belirlemez... Bu aynı zamanda siyasettir ve daha da kuşatıcısı hayattır, hayatın anlamına biçtiğiniz değerdir... Times’taki imzacılar, Türkiye’deki bir durumu, kendi merkezlerinden kendi perspektiflerinden bakarak bir çırpıda yargılıyorlar. Ki bu Britanya’dan geçtiği varsayılan ve tüm dünya saatlerinin kurulduğu zamansal ebatların, Doğu’ya bakarken kullandığı klasik lens’in tembel dilidir...
Oysa Doğu; ihtilafı illa çıkmaz sokak olarak karşılamaz, insanı ölümlerden ölüm beğen çıkışsızlığına mahkum edecek bir ketenpere değildir ihtilaf denen şey... Rönesans ve Aydınlanmadan bu yana evrensel gerçek ve tartışılmaz akıl olarak empoze edilen perspektifin yaslandığı bünye, aşırı disiplincidir ve farklılığın bedeli ya şeytan ya cadı olmaktır. Doğunun veya daha spesifik söyleyecek olursak İslam felsefelerininse “küfr”ü tanımlarken bile onu uzay dışı bir tanımsızlığa fırlatmadığını, “nedamet” ve “tevbe”nin sadece kişisel değil aynı zamanda kamusal bir kabul kapısı açtığını hatırlayalım... Kritersizlik değildir bu, Doğu’nun da elbette değerlere has hiyerarşileri vardır... Ne ki perspektif dayatması şeklinde inşa edilmez bu, “zorlama”nın değeri yoktur zira. Kendi içlerindeki farklı perspektiflerin ihtilaf olarak değerlendirildiği, farklılıklardan doğacak rekabetinse kaos değil, açılım ve dinamizm olarak seyredildiği bir alan da açar bu Doğu düşüncesine... “İhtilafta bereket vardır”...
***
“Bizde adam çoktur” cümlesi Kemal Tahir’den iktibas edilmiş bir cümle. Aslı “bizde arslan çoktur” diyen Osmanlı Paşasına ait. Uzun felsefeler yapmaya gerek yok. “Herkes kendi işine baksın” diye tercüme edilebilir günlük hayata...
“Bizde adam çoktur” bildirisine imza atan isimler, kendi aralarındaki ihtilaflarını, polemikleri, farklı duruş ve tarzlarını aşarak, Türkiye için bir araya gelmişlerdir. Türkiye’ye nizam vermeye kalkışan muktedirlere cevap vermişlerdir. “Başbakansa bizim başbakanımız, Taksim’se bizim Taksimimiz, solcusu sağcısı ile biz Biziz, Türkiye Türkiyemizdir” demişlerdir.
***
Son zamanlardaki “AK Parti/Cemaat” polemiğinin geçici bir sınav olduğunu düşünüyorum. Bizde hareket çoktur, tıpkı adamın da arslanın da çok olduğu gibi...Kendi içimizde itişip kakışsak da “çatının içindedir” her şey. Erdoğan TÜRKİYE’NİN çatısıdır, bugünlere kolayca gelinmedi, merak eden Bediüzzaman’ın omzundaki yük izlerine baksın...