Osmanlı'nın son döneminde -Saray'a damat olduğu için- Padişah adına, Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili makamına da getirilen Enver Paşa'nın 4 Ağustos 1922 yılın Kurban Bayramı sabahı Türkistan yaylalarında, öldürülüşünün 103. Yıldönümü münasebetiyle Yeni Akit gazetesinden Hâlid Kanak'ın yazdığı makaleye yorum olarak yazılanlara baktım ve üzüldüm. Çünkü, İslamî bir dünya görüşüne göre yayın yapmak dikkatini yansıtmaya çalışan bir yayın organındaki bir makaleye yazılan yorumların çoğunda, Enver Paşa için, Kemalist tarihçilerin 100 yılı aşkın bir süre dile getirdikleri görüşlerin tekrarlanmasından başka bir şey yazılmaması ve ağır suçlamaların yapılması üzüntü vericidir.
Bu vesileyle birkaç noktaya değinmeliyim:
Önce 'İttihad ve Terakki Cemiyeti' hakkında bir-iki noktaya değinmek gerekiyor. İttihad- Terakki'nin nasıl bir Cemiyet olduğuna dair burada uzun uzadıya duracak değilim. Hele de, 1908'deki 2. Meşrutiyet Hareketi ve 1909'da da, Sultan 2. Abdulhamîd'in hal'inden sonra Osmanlı coğrafyalarında, Sadece şu kadarını belirtelim ki, bir Sultan Reşad'ın, Balkanlar'daki en üst yetkili memurlarından birisi sayılan Manastır Valisi'ne, 'Orada da İttihadçılık var mı?' diye sorduğu; muhatabının ise, 'Haşmetmeâb, orada, ben kulunuzdan gayri herkes İttihadçıdır.' şeklinde cevabın, bir nükte değil, gelişen hadiseler zinciri içinde, yaklaşan bir tufandan haber veren 'alârm' mahyetinde olduğu tarihen doğrulanmıştır.
'İttihad ve Terakki Cemiyeti' üzerinde daha derin bir tahlile şimdilik gerek yok. Ama, Enver, Tal'at ve Cemal Paşa'lar asıl omurgayı oluşturuyorlardı. (İttihad-Terakki'nin Selanik'deki bir kongresine, 1912'lerde, sonraları en akıl almaz unvanlarla milletin tepesine çökecek olan ve o konumuna hâlâ son verilememiş bir başka ismin de, Derne'den katıldığı, tarihen sâbittir). Bu arada, bu hareketin üzerinde bir takım şüpheler oluşmaması için, Müslüman bir mütefekkir kimliğiyle tanınan Said Halîm Paşa'nın Sadrâzamlık (Başbakanlık) makamına getirilişinin de, -onun istememesine rağmen-, Mehmed Âkif'in ısrarı ile olduğu, tevatüren rivayet edilmiştir.
Bu noktaya bu kadarca değindikten sonra, sözkonusu yazıda, Enver Paşa'nın 'Turancılık / Türk Birliği' gibi bir ideale sahip olduğu şeklindeki gibi bazı cümlelere de değinmeliyim.
Elbette Müslümanlar olarak, kişileri değerlendirirken, insanların hatasız kabul edilmesi gibi bir yanlışa düşmemekle de mükellefiz. Hattâ, iyi niyetli olduğuna inanılan kimselerin bile yanlışlar, hatalar yapması kabul edilebilir ve bu, kaçınılmazdır da.. Enver Paşa'nın da elbette pek çok hataları vardır.
Ama, Enver Paşa'nın Turancılık veya Türk Birliği gibi idealinin olduğunu doğrulayacak söz veya yazısı bugüne kadar güvenilir kaynaklardan hiç birisinde yer almamıştır..'İttihad-ı İslam' / 'İslam Birliği' ideali taşıdığına dair açık beyan ve çabaları pek çoktur.
Elbette Enver Paşa, Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'nda en etkin isim olduğunda şüphe yok. Ama, her taraftan yükselen savaş alevlerinin ortasında kalan Osmanlı'nın hele de 1911-13 arasındaki Balkan Savaşlarında ağır yenilgiler alıp, 5 asırdan fazla vatan edinilen Balkanlar'dan sadece askerî olarak değil, milyonlarca Müslüman'ın da perişan vaziyette İstanbul'a doğru ric'at /geri çekiliş için yollara düştüğü o felaketlerden sonra atlayan 1. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalınması mümkün görülmediğinden ve de kaybedilen 500 yıllık vatan topraklarının kurtarılması ümidiyle, savaşa girilmesinin şart oluğu görüşünde birleşen Osmanlı efkâr-ı umûmiyesinin /kamuoyunun da yönlendirmesiyle, Enver Paşa, Londra'ya gitmiş ve 20 gün boyunca nabız yoklamaya çalışmıştı. Enver Paşa'nın o sıralarda, Edirne Fatihi olarak daha bir parladığını da ekleyelim. (Bu vesileyle, Enver Paşa'nın Edirne Fatihliği'ne de kısaca değinelim:
Balkan Savaşı sırasında, diğer Balkan ülkeleri gibi Bulgar Ordusu da hücuma geçip Edirne'yi ele geçirmiş ve İstanbul'a doğru ilerlemeye başlamış, taa Çorlu'ya kadar ilerlemişti. Edirne halkı ise tam bir kuşatma altında açlık tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
O sırada Edirne Kumandanı'ın, 'bütün halkın elindeki ve anbarlarındaki bütün gıda maddelerinin getirilip bir meydanda toplanması ve herkese eşit olarak dağıtılacağına dair emrine, Edirne Müftüsü'nün, gayrimüslim olanlara öyle bir zorlama yapılamayacağı yolunda verdiği fetvâ muhteşem bir savaş ahlâkı örneği oluşturmuştur. Ki, bu haber, o zamanlar Hind Müslümanlarının seçkin mütefekkir şairi Muhammed İkbal'i de derinden etkilemiş ve bu civanmertliği alkışlayan çok düşündürücü bir ibret levhası halinde bir şiir yazmıştı.)
Ve 6 ay kuşatma altında kalan Edirne'nin o destansı direnişi sonunda, Enver Paşa, Çorlu'ya kadar ilerleyen Bulgar ordusunun hatlarını yarıp, onların cephe gerisiyle irtibatını kesmiş ve Bulgaristan, 'ateşkes' istemek zorunda kalmış ve Enver Paşa da böylece şehre, 'Edirne Fatihi' unvanıyla girerek, daha bir parlamıştı.)
Enver Paşa'nın, o kuşatma ve açlık tehlikesi altındaki Edirne'yi kurtarmaktaki askerî dehâsı, taa Hind ve Afrika Müslümanlarına kadar bir destan havası içinde ulaşmıştı..
Ama, 5 asırdır Balkanlar'da yaşamış olan Müslümanların Balkan Savaşı Faciası'ndan sonra, Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'ndan da ağır yenilgi alarak çıkması ve savaşın galibi olan İngiltere ve müttefikleri, Osmanlı Devleti'nden, 'savaş kararı alınmasında en etkili olanların devlet adamları ve kumandanların yakalanıp yargılanmak üzere kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı.
Amerika'nın, İkinci Dünya Savaşı sonunda, galip devletlerin lideri olarak, Almanya ve Japonya'nın siyasî ve askerî lider kadrolarını Nürnberg ve Tokyo'da kurdukları 'ünlü' savaş mahkemelerinde, yargılayıp, -sözde, adalet adına - kurşuna dizdikleri veya Saddam Hüseyin'in, 2. Körfez Savaşı sırasında Amerika ve müttefiklerine karşı savaştığı için, yargılayıp 2006'de idâm ettirilişi gibi bir durum olacaktı.
Bu husus, göz ardı edilip, Kemalist tarihçilerin uyduruk suçlamaları zihinlerimizi iğdiş ettiğinden, 'mahkeme önünde hesap vermekten kaçındılar' diye suçlanan liderler, evet gizlice kaçtılar.
Ama, gizlenen konu, mahkemenin Osmanlı Mahkemesi'nde del, işgal güçlerinin savaş mahkemelerinde yargılanacakları hususu idi.
Evet, Enver, Talât, Cemâl ve Sadrâzam Said Halim Paşa gibi en üst derece isimler gizlice kaçtılar. Onlardan Enver Paşa dışında olanların her birisi, mevcut durumda can güvenlikleri olmadığı için, bağlı oldukları resmî makamlardan izin almadıklarını belirterek, İstanbul'dan ayrılırken bu durumu dönemin Sadrâzamı Ahmed İzzet Paşa'ya yazdıkları mektuplarında da ifade ettiler..
Ama, o mektuplarda, Enver Paşa'nın ise, İstanbul'dan ayrılış gerekçesi, başka idi; o, 'Kafkaslar'daki Müslümanların mücadelelerini teşkilatlandırmak için..' ayrıldığını söylüyordu.
Böyleyken, Enver Paşa'nın 'Türk Birliği /Turancılık' gibi etnik temellere dayalı emeller taşıdığı iddiası ona haksızlık olur. Onun Turancılığı teyit eden hiçbir sözü yoktur. Enver Paşa üzerine Türkistan yaylalarında öldürülüşünün 100. yılı münasebetiyle, 2022 yılında yayınlanan bir kitap çalışması yapan bu satırların sahibi, Enver Paşa'nın dünya görüşünün İslam Birliği'nden başka bir görüşe nisbet edilemeyeceğini bilhassa belirtmek ister; velev ki bir çok yanlışları olsa bile..
Ama, onunla, aynı yaşta olan M. Kemal ve onu takip eden yardımcıları, Enver Paşa ismi etrafında, Balkanlardan Hint ve Afrika Müslümanlarına kadar, hemen bütün Müslüman toplumlarda yükselen yeni bir heyecan dalgası ve umut ışığı yükselttiği için, onu 100 yıldır hep lekelemeye çalıştılar. Hattâ, sonradan sahte yaldızlı isimlerle parlatılan niceleri, kendi aralarında, o savaş hengamesinde bile, 'Enver'in halk nezdindeki itibar-i maneviyesini yok etmek' konusunda yazıştıklarının belgeleri bir ibret levhası olarak tarihe intikal etmiştir.
Ama, Yeni Akit'teki yazıya yorum yazanların çoğunun tanımadıkları Enver Paşa hakkında ağır ifadeler kullanırken, o dönem sadece Kemalist tarih söylemindeki iddialarıyla değerlendirdiklerini düşünmeyip, yalanları tekrarlamaktan geri durmamaları da ibretliktir.
Evet, Enver Paşa, 1915'in sonu ve 1916'nın başındaki 'Sarıkamış Faciası'nda baş sorumlu olan birisidir. Başlangıçta, 120 bin askerin Allahuekber dağlarında dondurulduğu söylenirken, sonra Sarıkamış'taki bütün askerimizin o zaman, 32 bin civarında olduğu açıklanmıştı. Bunu azımsamak için söylemiyorum. Evet yenilgi olmasaydı, keşke...
Ama, başkalarının yenilgileri asla söz konusu edilmez. Çünkü başkaları yedi düvel'i (devlet'i) yenmiştir, iddiaya göre.. Ama, Eskişehir-Afyon Hattı'nda yaşanan büyük yenilgiden hiç söz edilmez. Ne var ki, en hızlı Kemalistlerden Falih Rıfkı, Çankaya isimli biyografi eserinde '70 binle girdik o savaşa, 30 binle çıktık..' der, ama, hemen hiç birimiz bilmeyiz o faciayı.
Dahası, o ağır yenilgiden sonra, Yunan orduları taa Polatlı'ya kadar gelince Enver Paşa Semerkand ve Buhara taraflarından Batum'a gelmiş ve oradan da Anadolu'ya geçmek istemişti. Ama, Ankara'dakiler buna izin vermemişlerdi.. Çünkü Enver Paşa gelecek olsa, bir başkası gölgede kalabilirdi.. Bunun için Fevzi Paşa'nın bile, askerî birliklere, 'Enver adında birisi yakalanacak olursa, hemen Ankara'ya gönderilmesi' emrini verdiğini de ekleyelim.
Evet, Enver Paşa, Balkan Savaşı'nda Edirne'yi ele geçirip taa Çorlu'ya kadar gelen Bulgar ordularını yarıp, gerideki ana güç merkezleriyle irtibatını kestiği gibi, aynı taktiği Sarıkamış'a giren Rus ordusunun cephe gerisiyle irtibatını kesmek için de tekrarlamak istemiş ve amma, evet, Allahuekber dağları aşılamamıştı.
Ama, Enver Paşa için asıl söylenecek olan hüküm herhalde, Osmanlı'nın son dönemindeki Paşalar içinde İslam'a karşı samimiyetsiz olmayan nadir paşalardan birisi olduğudur. 40-41 yaşında bugünkü Tacikistan'ın Belcivan bölgesinde bir Kurban Bayramı sabahı, Rus kumandanı Frunze liderliğindeki komünist Bolşevik güçlerinin bir saldırısı sırasında dünyaya veda etmişti ve öldürülen kişinin Enver Paşa olduğu da 3-4 gün sonra anlaşılmıştı, 103 sene önce bugünlerde.
O Rus mareşali Frunze'ye, İstanbul- Taksim Meydanı'ndaki heykelde, M. Kemal'in hemen arkasında yer verilmesi nedendir dersiniz?