Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'ndaki hitabı, fikir öncüsü olarak vaziyet ettiği Trump ve Müslüman ülke liderleriyle gerçekleştirilen Gazze toplantısı, Suudi Arabistan ve Fransa'nın çağrıcısı olduğu, üye tüm ülkelerin katılımıyla gerçekleşen Gazze oturumu ve FOX TV'ye verdiği röportaj... Tümünde Türkiye'nin birinci önceliği Gazze'de işgal ve soykırımın durdurulması ve Filistin'de iki devletli çözümdü.
Her yıl eylül ayında gerçekleşen BM Liderler Zirvesi'nde, en azından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2013'ten bu yana tüm katılımlarında, Türkiye Filistin davasının müdafii olarak öne çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Türkevi'ndeki kabulleriyle hem de sıraladığım hitaplarıyla İsrail'in yalnızlaştırılması sürecinin en önemli aktörü olarak tarihi bir rol oynadı.
Esasında 80. BM Genel Kurulu, BM'deki İsrail yanlısı düzenin sona erdiğinin de resmî göstergesi oldu. İçlerinde BM Güvenlik Konseyi üyeleri İngiltere ve Fransa'nın da olduğu 10 ülkenin Filistin'in devlet statüsünü tanımasıyla, konuşması sırasında delegelerin salonu boşaltarak Netanyahu'yu protesto etmeleriyle ve tüm konuşmalardaki "Gazze'deki insanlık dışı durumun bir an evvel sona erdirilmesi" çağrılarıyla Filistin BM'ye damgasını vurdu. Asla yeterli olmayan ama çok önemli gelişmelerdi her biri.
Camp David'le başlayan süreçte Filistin davası yavaş yavaş yalnızlığa terk edilmişti. Çift kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçişle birlikte Ortadoğu büsbütün İsrail'in güvenlik stratejisine terk edilmiş, Filistin'e sahip çıkacak Arap ülkeleri ABD tarafından ehlileştirilmişti. 7 Ekim'den sonraki süreçte İsrail soykırımının artık ABD için bile taşınamaz hale gelmesi, "Filistin'in yalnızlığı" parantezini kapatıp İsrail'in yalnızlaşmaya başladığı yeni bir dönemi başlattı.
Oval Ofis'teki Türkler
25 Eylül'de gerçekleşen Beyaz Saray görüşmesinde ise medyaya yansıyan daha çok Türkiye–ABD ilişkilerindeki konu başlıkları oldu. Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı mültefit tavrı kimilerinin asabını bozdu. Kimileri de bu tavırdan hareketle abartılı bir pay çıkarma yarışına girdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya siyasetindeki en tecrübeli lider; bunu bilince, görüşmenin belli bir standardı karşılamaması halinde zaten yapılmayacağını tahmin etmek güç değil. Sonuçta Erdoğan, Türkiye devletinin başı olarak orada ve bu temsil misyonunu kendisi için değil, devleti ve milleti için azami derecede önemsediğini biliyoruz. Trump da herhangi birini ağırlamadığının ziyadesiyle farkında.
Şu da bir gerçek: Trump, hasmı dahi olsa karşısındaki gerçek bir liderse sopasını saklaması gerektiğini biliyor. Fakat bunun yanı sıra Trump'ın Erdoğan'ın siyasi kariyerini takdir ettiğini ve siyasi serüvenini iyi çalıştığını söyleyebiliriz. "Hileli seçimleri bilirsin" sözünü bizim müptezel muhalefet canları istedikleri gibi lanse ettiler. Oysa bu atıf, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi hayatı boyunca yaşadıklarını Trump'ın da iyi bildiğini gösteren bir işaretti.
Görüşmeyi Tom Barrack "destansı" olarak tanımladı. Bu kadar büyük kelimeler kullanmaya gerek var mı emin değilim, ama kameralara yansıyan görüntülerden, Trump'ın sözlerinden, Marco Rubio'nun sinir olmasından, Türk heyetinin memnuniyetinden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşme sonrası yaptığı değerlendirmeden Türkiye için iyi bir resmî temas olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Türkiye için iyi bir şeye muhalefetimizin sevinememesine de alıştık. O yüzden üzerinde durmaya bile gerek yok.
Gerek Oval Ofis'teki Türk gazeteci Yunus Paksoy'un cevval performansı, gerekse Cumhurbaşkanı'nın ekibinin konularına hâkimiyeti ve müzakere becerileriyle; markalaşan Erdoğan liderliği sayesinde Beyaz Saray'da yüz akı bir Türkiye temsili gerçekleşti. Olan biteni kendini dev aynasında görmeyen bir akılla ve muhalefet etmeyi husumete dönüştürmeden, muhalif olmanın aklı zarara uğratmasına izin vermeyen bir ferasetle değerlendirebilmek lazım.