Evet, yazının başlığındaki sorular pek çok yerde, karşımıza çıkıyor. Uygulamanın ve ülke siyasetinin belirlenmesinde söz sahibi olanların sözcüleri veya 'hık...', ya da 'Evet Efendim, isabet buyurdunuz...' deyicileri de değiliz.
Soruyu gündeme getirenler ise... Bir kısmının yüreği gerçekten yanıyordur elbette... Çünkü orada yaşananlar karşısında duyarsız kalanların ruhen, insan olabileceklerini sorgulamak gerekir.
Ama sosyal medya kanallarından duyduklarıyla yetinenlerin bir kısmı da, taş kalpli kimseler durumuna düşmemek de dahil, nice hesaplarla yürekleri yanıyormuş gibi gözüküyorlar ve amma kendi yaşayışlarından herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmayacak bir dikkatle 'Ah- Vah...' ediyorlar. 'Gazze'den bize ne, o, Arapların meselesi... Zengin (Arap) 'Petro-Dolar Şeyhlikleri'nin veya ülkeciklerinin meselesi gereken bu konudan bize ne?' diyen 'hödük'leri hesaba katmaya ise, gerek bile yok... O gibilerin, 'Petro-Dolar Şeyhlikleri'ne ve emsali ülkeciklerin kukla liderlerine düşman olduklarından değil, onları delil göstererek, onlarla çok az bağları olan Müslüman halkları kendi içlerinde bir girdaba ve ümitsizliğe sürüklemek istedikleri açık olduğundan, o gibi yorumcuların, gerçekten de İslamî bir hassasiyetle hareket ettiklerine inanacak kadar safdil olmamak gerekiyor. Dahası, bizdeki laik uygulamaların en etkili akıl hocaları da, Yahudilerdi... Ama onlar, kendi inançlarına dayalı bir din devleti kurmayı ve İsrail rejiminin bir 'Yahudi din devleti' olduğunu temel kanunlarına bile dercetmişlerdir.
*
Ama nice insanlar da var ki, Müslüman olmasalar da, onlardan da, insan yüreği taşımanın işaretleri sâdır oluyor. Amerikan Kongresi'nin 85 yaşını geçkin senatör üyesi ve Yahudi olan Bernie Sanders bu tiplerin en önde gelenlerinden birisi. Keza, Hristiyan toplumlarında asırlardır, 'Hz. İsâ aleyhiselam'ı, İmparatorluğu'nun Filistin Valisi Platus'a baskı yaparak 'çarmıha gerdirerek öldürttükleri' gerekçesiyle mel'ûn / lânetli diye anılan ve hemen her tabiî ve sosyal felaketlerin asıl müsebbibi olarak suçlanan Yahudileri, 'Asırlardır mazlûm olarak yaşayan bizleri mahvettiniz.' diye çırpınan, kendileri adına yapılan bu zulümlerden utanç duyan başka Yahudiler de var.
Keza, dünyanın her bir yanında, nice kişi ve gruplar var ki, onların vicdanî hassasiyetlerine karşı dev protesto gösterileri yapıyorlar ve bu kitleler, Amerikan ve onun paralelindeki nice ülkelerin rejimleri aracılığıyla sıkboğaz ediliyor, üniversitelerinden atılıyorlar, makamlarından uzaklaştırılıyorlar, korkunç baskılara maruz bırakılıyorlar.
(Bu arada ekleyelim: 19. Yüzyıl'ın sonlarından itibaren, bir Yahudi Devleti kurulması hayali ve düşüncesi güçlenerek gelişirken, 1920'lerde Psikiyatri/ Ruhbilimi alanındaki teorileri ve çalışmalarıyla ünlü Yahudi doktorlardan Sigmund Freud (Froyd) ile atomun parçalanabileceği ve parçalanması halinde muazzam bir enerji patlamasına yol açacağı gibi konulardaki teoriyle de ünlü Yahudi fizikçi Albert Einstein (aynştayn) arasındaki mektuplaşmalarda, Einstein, bir endişesini ve tedirginliğini dile getiriyor ve 'Biz Yahudilerin tarih boyunca en büyük sermayemiz mazlûmiyetimizdir. Ama devlet kurulacak olsa, biz de diğer devletler gibi nice zulüm mekanizmalarını işletmek zorunda kalırız.' kabilinden itirazlar beyan ediyordu. Freud, İsrail devletinin kurulduğunu göremeden, 1939'da öldü; Einstein ise, Siyonist çete devletinin ilk 7 yılını gördü ve başlangıçta kurulmamasını istediği halde, işbu kan içici haydutlar rejimini, 'Mademki kurulmuştur, yardımcı olmak gerekir.' diye hoş karşılamıştı. Ve Einstein'ın, Yahudi Devleti'nin de nice devlet sistemleri ve güç merkezleri gibi bir zulüm mekanizmasına dönüşeceğine dair tasavvur ve tahminleri de gerçekleşmiştir.)
Evet, Yahudi liderleri, asırlarca, devletsiz, ordusuz, kahramansız kaldıkları ve bunun için de çok korkak olarak bilindikleri halde, varlıklarını sürdürmenin dikkatiyle ve de Hz. Mûsa'nın Tûr Dağı'na gidiş- gelişi esnasındaki kısa sürede, altınlarını eritip bir 'altın buzağı'ya dönüştüren ve ona tapınan Samirî yahudileri'nin 'altın biriktirme'yi var oluşlarını ve inançlarını devam ettirmenin bir gereği olarak görüp, diğer bütün toplumların kendilerine hizmet edecekleri bir güne ulaşacakları rüyasını ve bu ümitle diğer bütün toplumları ifsad etmek, içlerinden çürütmek hedefini unutmadılar ve bunun için, Babilonya Kralı Nabukednezar tarafından dünyanın her bir tarafına sürüldükleri- dağıtıldıkları zamandan beri, kendi aralarındaki inanç bağını yitirmemeye çalıştılar ve 'bir Yahudi, ne kadar altın miras bırakırsa, o kadar iyi Yahudidir...' inancıyla, dünyanın her bir yanında, 'kendi maddî güçlerine, altınlarına teslim olmayacak çok az insan vardır...' hesabıyla hareket ettiler, bu inançla, kendileri dışında hele de kendilerini lanetli olarak gören Hristiyan halklar / toplumlar başta olmak üzere her topluma, hatta kendilerine asırlarca acıyan, kol-kanat geren, iyilik yapan Müslüman halklara ve onların başındaki devletlere, hükümetlere bile hıyanet etmekten geri durmadılar. Bundan dolayı, böylesi bir 'Altın gücüne dayanan gizli zulüm İmparatorluğu'na karşı, 'Adolf Hitler' gibi çok sert tepkiler verenlerin çıkmasına da şaşırmamak gerek.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için, 450 sene öncelerde William Shakespeare tarafından yazılan 'Venedik Tâciri' isimli, Türkçe alt yazılı filmde verilen mesajlar Yahudilerin genel dünya görüşünü anlamak açısından faydalı olabilir. ('Venedik Tâciri' ismi sıradan bir isim değildir. Asırlar boyunca Yahudilerin Avrupa'da serbest ticaret yapabildikleri iki merkez vardı, birisi Venedik, diğer İstanbul...)
Son olarak, Fransa Başkanı Emanuelle Macron'un, 'Fransa olarak Filistin Devleti'ni (Eylül ayındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda) tanıyacakları'nı açıklaması karşısında, Amerikan Başkanı Trump'ın, Macron'u ve Fransa'yı küçük gören sözleri ve İsrail isimli haydutlar çetesinin en yetkili isimlerinin da, Macron'a, 'Tokadı yersin... Paris'te bile duruma hâkim olamayabilirsin...' gibi tehditler savurmaları, 'Venedik Tâciri'nde ilginç şekilde işlenen 'Yahudilik ve Hristiyanlık' arasındaki tarihî hesaplaşmaların devamı mahiyetinde gibi.
*
Gelelim, yazının başlığındaki soru etrafında birkaç kelâm etmeye...
Sık sık gönderilen mesajlardaki, 'Türkiye'nin Gazze'ye niçin müdahale etmediği' şeklindeki suale...
Açık söylemek gerekirse, bu sualleri söyleyenlerin hemen tamamı, ya bilmiyorlar, ya da bildikleri halde, konuya sırf siyasî muhalefet göstermek gereği bir anlayışla yaklaşıyorlar ve 'Türkiye müdahale etse, 48 saatte işi biter İsrail'in...' diyorlar.
Evet, öyle de sanılabilir... Devamlı söyledik, tekrarlıyoruz; İsrail, Amerikan emperyalizminin 51. Eyaleti durumundadır. Ve Türkiye, NATO üyesidir ve Gazze'deki soykırım trajedisine müdahale edecek olan her kim olursa olsun, NATO'nun beyni olan Amerikan emperyalizminden ayrı olarak, Avrupa Birliği ve Rusya'nın ve Çin'in de devreye gireceği bir Dünya Savaşı'nı göze almalıdır. Unutulmasın ki, 51 sene önce Kıbrıs'a sınırlı bir müdahale kararı almak zorunda kalan Türkiye'ye, 'NATO envanterindeki silahları kullanamazsın...' fermanı gelince, Libya Lideri Muammer Gaddafî'nin gönderdiği savaş uçakları ve diğer silahlar olmasaydı, o zaman, Kıbrıs Çıkarması bile bir fiyaskoyla noktalanabilirdi.
Müslüman dünyanın birliği yolunda çırpınan Başkan Erdoğan'ın bu çırpınışlarını gören veya göremeyip anlamak özürlü muhalefet partileri ve particiklerinin hele de Müslüman halkı tahrik etmek isteyenlerin neyi hedeflediklerini anlamak mümkün değil. Türkiye, daha kendi silahlarını kendisi yapmak noktasında büyük adımları son 15-20 yıldır yeni yeni atıyor ve büyük mesafeler alıyor.
Unutmayalım, Erdoğan iktidarı, 'S-400 hava savunma füzeleri'ni Rusya'dan alınca NATO nasıl da karşı çıkmıştı. Türkiye'ye Patriot füzelerini vermeyen ve 'İsrail ve Gazze konusuna müdahale eden olursa, bertaraf ederiz.' diye tehditler savuran o zamanki Amerikan Başkanı Biden, 'Burada İsrail devleti kurulmamış olsaydı bile, biz burada böyle bir devleti yine kurardık.' derken, aslında, halkının ekseriyeti Müslüman olan ülkelerin, 'İslam Birliği'ni oluşturmaktan başka bir yolunun olmadığını da anlatmış oluyordu.
Ve İran ise Rusya'dan S-400 füzelerini almak istediğinde Rusya onu da vermemişti. Bunu bilmeyenler, 'İran, taa Doğu Akdeniz'den gelip İran'ı vuran İsrail karşısında çaresiz kaldı.' diye alay bile ettiler, bizdeki TV ekranlarında.
Neyse ki, İran o müthiş füzeleriyle tabloyu kısmen değiştirdi, dengeledi. Türkiye de, benzer füze çalışmalarını, çelik-çomak oynamak için yapmıyor, herhalde. Trump, İran'ın nükleer tesislerini bir kez daha vurabileceklerini söylerken, dünyadaki bazı stratejik çevreler, 'Türkiye'nin bu gidişle, Pakistan'la işbirliği yapıp nükleer silahlara sahip olabileceği'nin korkusunu bile yayıyorlar nükleer güç sahiplerine.
O halde, mesele sadece Gazz e değildir; Gazze bütün Müslüman halkalara verilmek istenen bir gözdağı mesabesindedir ve hazırlıklarını yapmadan veya hazırlıksız yakalananlar, küçücük İsrail'le değil, Amerikan emperyalizmiyle savaşmayı ve yeni bir Dünya Savaşı'nın içinde safını belirlemeyi baştan ve kesin kararlılıkla göze almalıdırlar.
*