Bayram sabahı canınızı sıkacak bir yazı... “Ne olursa olsun, geniş tabanlı bir koalisyon hükümeti kurulmalıdır” diyen Doğan Medya Grubu’nun ve“darbeci” İstanbul sermayesinin canı sıkılacaktır...
Davutoğlu’nu koalisyona itip bir an önce rüştünü ispat etmesini bekleyen hoca taraftarlarının ve “Artık iktidarın nimetlerinden tatmak istiyoruz”diye apartta bekleyen CHP’lilerin de canı sıkılacaktır.
MHP’nin kesin tavrı, iki partiyi baş başa bıraktı.
Bayramdan sonra, koalisyon görüşmeleri AK Parti ile CHP arasında geçecek.
Bir son dakika sürprizi olmazsa, MHP’lilerle HDP’lilerin başına taş düşmezse, iki genel başkan (Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu) oturup hükümetin şekline şemailine karar verecek.
Davutoğlu’ndan herhangi bir arıza beklemiyorum.
Süreci pürüzsüz yönetti.
Son derece “sorumlu” davrandı.
Muhataplarına hitap ederken saygıyı elden bırakmadı.
Dahası, “Beştepe”yle ilgili spekülasyonlara meydan vermedi.
Fakat, karşısında, “Kemal Kılıçdaroğlu” diye bir “fenomen” var.
Ne kadar güvenilir bir partnerdir?
Bazı hatırlatmalarda bulunayım, kararı siz verin.
Bir koalisyon hükümeti kurulabilirse, temel konularından biri, kuşkusuz, “Kürt meselesi” ve “çözüm süreci” olacak...
Kemal Kılıçdaroğlu, bakalım, bu konuda daha önce nasıl bir performans sergilemiş? (Aşağıda okuyacağınız yazı, 12 Nisan 2013 tarihinde bu köşede intişar ermiştir.)
Ne zaman “Kürt meselesine çözüm” dense, Kemal Kılıçdaroğlu sorumlu davrandığını göstermek için ileri fırlar, heybesinden bir “çözüm önerisi” çıkarırdı.
Mesela, “Bu işi akil adamlar çözsün” derdi. Önerisini ciddiye almayanlara içerlerdi.
Hazırladıkları “Kürt Raporu”nu (SHP döneminde, Baykal’ın riyasetinde hazırlanan “Kürt Raporu”nu) işaret ederdi. Bu raporla övünürdü... PKK’yla müzakere yapılabileceğini söylerdi. Maksat çözüm olsundu... Akan kan duracaksa, her yol denenebilirdi. İmralı bile muhatap alınabilirdi.
Bu lafları çok sık duyardık.
Oslo görüşmeleri deşifre edildiğinde, “çözüm için bu tür görüşmelerin yapılabileceğini” söyleyenlerin başında, yine Kemal Kılıçdaroğlu geliyordu.
Kısacası, çözüm konusunda samimi ve sahih bir görüntü verirdi.
İnanırdık...
Kürt ve Alevi tabiiyeti, yüz geri etmesine engel olurdu. Böyle düşünürdük.
Gün geldi, “çözüm için bu tür görüşmelerin yapılabileceğini” söyleyen Kılıçdaroğlu,
biraz ulusalcıların, biraz da genel başkan yardımcısı Haluk Koç’un gazına gelerek, amansız bir “Oslo düşmanı” kesiliverdi.
Haluk Koç, zaten deşifre edilmiş Oslo görüşmelerini yeniden deşifre ettiğinde, Kemal Kılıçdaroğlu ilk gün, önceden verdiği desteğin arkasında durdu,“Böyle görüşmeler olabilir... Akan kan duracaksa...” dedi.
İkinci gün, “Olmaz” dedi.
Üçüncü gün, “Olur... Biz müzakerelere karşı değiliz ki” dedi.
Dördüncü gün, “AKP’nin teslimiyetçi politikaları...” dedi.
Müzakere olsun mu, olmasın mı?
İmralı muhatap alınsın mı, alınmasın mı?
Hangisiydi?
Kamuoyu bu konuda netlik beklerken, Kemal Bey heybesinden yeni bir çözüm önerisi çıkardı. Daha doğrusu, çözüm iradesi göstereceklere yol gösterdi,“Hükümete kredi açıyoruz” dedi.
Hükümet Kürt meselesini çözsün... Nasıl çözerse çözsün... CHP olarak bütün kararların arkasında duracaklardı. Sorgucu bir tavra girmeyeceklerdi. Kimseyi ihanet terimleriyle yargılamayacaklardı. Yeter ki Kürt meselesi çözülsündü...
Böyle diyordu ve “yandaş kalemler”den de alkış alıyordu.
Erdoğan’ın, “Senin kredine ihtiyacım yok” çıkışı üzerine, makul yol olan Meclis’i gösterdi. “O zaman bir çözüm komisyonu kuralım. Bu işi Meclis’te halledelim” demeye başladı.
Hadi Kılıçdaroğlu’nun dediği olsun...
Önce İmralı devreye sokuldu.
Sonra ada seferleri başladı, “silah bırak” çağrısı yapıldı.
Derken, “Akil insanlar heyeti” oluşturuldu.
Sırada, Meclis çatısı altında kurulacak “Çözüm Komisyonu” vardı ve işler tam da Kemal Bey’in “cevaz vereceği” ve “destekleyeceği” biçimde yürüyordu.
Sonra ne oldu, biliyor musunuz?
Kılıçdaroğlu çıktı, “CHP sürecin içine çekilmek isteniyor” dedi ve kendi önerileri olan “Çözüm Komisyonu” teklifini geri çekti.
Hadi bakalım...
Gel de güven bu adama.
Son anda bir arıza çıkarıp bu işten vazgeçtiğini açıklayacaktır.
Karakteri müsaittir.