İletişim çağının en büyük sorunlarından biri hukuken gri alanda kalan bir meselede düğümleniyor. Yalanın suç olup olmayacağı hep tartışma konusu olmuştur. Lakin artık iş içinden çıkılmaz bir hale geldi. Hakaret etmeden, sövmeden insanlar hakkında "yanlış" bir algı oluşturmak mümkün! Mümkün olmasına ek olarak "alıcısı da" fazla maalesef. Bugün bu konuda nasıl bir düzenleme yapabiliriz ona değinmek istiyorum.
SÖZÜ BAŞKA TÜRLÜ SÖYLEME
Sözü söylemek ustalıktır. Zira "zülfün teli demek var saçın kılı demek var". İkisi de aynı şeyi ifade eder ama karşılığı, muhatabında uyandırdığı etki birbirinden farklıdır doğal olarak. Gittikçe yaygınlaşan "kirli bir dil var". Kendisine imtiyaz beklemesini bir yana bırakalım bu dilin; itibara yönelen, yalan-yanlış şeyleri gerçek gibi zihinlere sokan ve bu sayede algı inşa eden etki alanı da büyük. Külden müteşekkil belki ama büyük bir algı dağı kurulabiliyor.
YETERSİZLİĞİ GÖRMELİYİZ
Meselenin kamusal boyutu netameli bir konu takdir edersiniz ki. Ne düzenleme yapılsa "beğenilmiyor". TCK m.217/A'nın akıbeti de ibretlikti. Dezenformasyonla mücadele için çıkan düzenlemenin "dezenformasyona" kurban gittiğini hep birlikte gördük... Suçun uygulanma alanı madde formülasyonu sebebiyle dar. Beş unsurun oluşması gerekiyor. Türkiye'de bu konuda yargılaması bölge mahkemesi düzeyine çıkmış dosya 50'nin altında. Bu da birçoğunun savcılık aşamasında veya ilk derece mahkemesinde takipsizlik veya beraatla sonuçlandığını gösteriyor. Bu suçun "kamu düzenine" dönük olması sebebiyle böyle yazıldığını düşünebiliriz. Eleştiriye açık bir durum olsa da temel bir ihtiyacı görmek ve tartışmak zorundayız. Elimizdeki suçlar internetin getirdiği imkanlar ile karşılaşınca güncellenmeye ihtiyaç duyuyor, özellikle kişilik hakları bağlamında...
ALMANYA ÖRNEĞİ
Alman ceza kanununun "tahkir" başlıklı bölümünde dört temel suç var. Birincisi bizdeki hakaret suçunun karşılığı olan düzenleme (m.185). Bir diğeri ise iftira olarak tanımlayabileceğimiz suç (m.187). Biz de olmayan iki madde var. İlki "kötüleme" veya "dedikodu yayma" olarak tanımlayabileceğimiz düzenleme. Buna göre; bir kimseyi küçük düşürmeye, hakkında kamuoyunu olumsuz etkilemeye elverişli bir olgu ileri sürülüyor ya da yayılıyorsa üstelik bu olgunun doğruluğu ispat edemiyorsa faile ceza verilebiliyor (m.186). Bir diğeri ise "siyasi hayatta yer alan kişilere yönelik" bu eylemlerin işlenmesini düzenleyen madde (m.188). Bu suç diğer saydığımız suçların özellikli hali aslında.
"TANINMIŞ DA İNSANDIR"
Kişilik haklarının korunması bağlamında ciddi bir eksik olduğunu düşünüyorum. Özellikle "hakaret" suçunda yargının "tanınmış kimseler daha fazla eleştiriye açık olmalı" şeklindeki tavrının dosyadan dosyaya farklılık göstermesinin meydana getirdiği bir kafa karışıklığı var. Bir de bu yaklaşımın toplumumuzun yapısına ne kadar uygun olduğu konusunda da tereddütlerim var. Zira, basit bir ceza vermekten kaçınılan durumun, daha büyük bir kriminal sonuca dönüştüğünü çok kez gördük. Bu anlamda bir düzenleme yapılmasının "meşhur(!)" olan kimseleri koruyacağı ve gereksiz olduğu yönündeki eleştiriler hemen yükselecektir eminim. Ama bence buna her kesimden tanımış kimsenin ihtiyacı var. Bunu toplumsal barışın bir parçası olarak düşünmek durumundayız. Tanınmış olmak, hakaretlere, dedikodulara ve kara çalınmaya maruz bırakmamalı insanları... Bu sebeple "hakaret/sövme suçu" ile "eleştiri" arasına yeni bir suç ihdas etmek gerekiyor. Kibariye'den mülhem ifade ile "tanınmış da insan". Onunda ailesi var değil mi!
KARALAMA SUÇU
Örneklerine ve bu konudaki çalışmalara bakarak önerdiğim suçun adı "karalama suçu". Bir kimse hakkında bilinçli olarak "dezenformasyon" üretmek olarak tanımlayabiliriz bu eylemi. Hatta önerdiğim madde taslağı şöyle: TCK m.125/A " (1) Bir kimse hakkında kişilik haklarına, aile yaşamına, icra ettiği mesleğe ve siyasi hayatına zarar verecek nitelikte yanıltıcı bilgiyi kasten meydana getiren kimseye üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Bu suretle meydana gelen yanıltıcı bilgiyi aynı amaçla yayan kimselere de aynı ceza verilir."... Pek tabi böyle olsun demiyorum, başta da söylediğim gibi tartışalım diyorum!...