7 Mayıs 2025 sabahı, Hindistan'ın Pakistan kontrolündeki Keşmir'e yönelik hava saldırısıyla başlayan gerilim, sadece iki nükleer komşunun çatışması değildir. Bu gelişme, Güney Asya'daki bölgesel güç dengelerinin ve küresel stratejik hesaplaşmaların yeni bir eşiğe taşındığının açık göstergesidir. Keşmir artık sadece tarihsel bir ihtilaf değil, jeopolitik bir kırılma hattıdır.
ABD Çin kapışmasının sahalarından biri olduğu için takip edenler bilir... Hindistan'ın 2019 yılında Keşmir'in özel statüsünü kaldırmasıyla başlayan süreç, bölgenin yalnızca anayasal çerçevede değil, stratejik anlamda da dönüştürülmesine işaret ediyordu. Bu adımın hemen ardından gelen askeri, demografik ve idari hamleler, Keşmir'i yeni bir güvenlik paradigmasının merkezine yerleştirdi. Hindistan'ın bu yaklaşımı, aynı zamanda Çin'in bölgesel varlığına karşı bir mesaj niteliği taşıyor. Çünkü Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), bu bölgeden geçiyor ve Pekin'in Hint Okyanusu'na açılan kapısını temsil ediyor.
Bu çerçevede Keşmir'deki gelişmeleri, Çin'in Orta Koridor stratejisini dengeleme amacı taşıyan daha büyük bir mimarinin parçası olarak okumak gerekir. İsrail'in Hindistan'a verdiği teknik ve askeri destek, bu denklemin diğer ayağını oluşturuyor. Özellikle yüksek teknolojili savunma sistemleri ve istihbarat iş birlikleri, sahadaki askeri dengeyi etkileyen faktörler arasında yer almakta.
Nükleer denge ise bu krizi daha da tehlikeli hale getiriyor. Hindistan ve Pakistan, artık yalnızca nükleer silahlara sahip değil; kara, hava, deniz olmak üzere nükleer üçlü kabiliyete de ulaştılar. Yani; her iki taraf da ikinci vuruş kapasitesini tamamlamış durumda. Bu da demek oluyor ki, ilk saldırıyı yapan kazanmıyor, sadece kıyameti erken başlatıyor. Zaten Hindistan 2019'dan bu yana "No First Use/ yani İlk biz Kullanmayız" politikasına mesafeli. Açık açık olmasa da "Şartlar değişirse biz de değişiriz" mesajı veriyor faşist Modi'nin ülkesi.
İşin bir diğer boyutu da "suyun silaha dönüşmesi yani su savaşı". Hindistan, 1960 tarihli İndus Suları Antlaşması'nı askıya alarak Pakistan'ı kuraklığa ve kıtlığa sürükleyecek bir stratejik kartı daha masaya sürdü. Suyun silah olarak kullanılması, yalnızca insani bir kriz değil, aynı zamanda çevresel savaş suçudur. Bu adım, Hindistan'ın artık klasik savaş yöntemlerinin ötesine geçerek tam spektrumlu hibrit savaşa yöneldiğini gösteriyor.
Tüm bu tabloyu tamamlayan ise Hint Okyanusu'dur. Okyanus, artık bölgesel bir transit alan değil; askeri projeksiyon, enerji güvenliği ve ticari koridorların kesiştiği stratejik bir saha haline geldi. Hindistan'ın ABD ve Japonya gibi ülkelerle yürüttüğü Malabar Tatbikatı,-ki 1992 yılından beri yapılıyor- Okyanus'u hep sıcak tutuyor.
Bütün bunlardan sonra asıl mesele şu... Keşmir'deki her kıvılcım, yalnızca kara sınırlarını değil, bu saatten sonra deniz koridorlarını ve bölgesel iş birliklerini de etkileyen bir dalgaya dönüme potansiyeli. Çünkü; Çin'in ekonomik güvenliği, ABD'nin stratejik dengesi, Hindistan'ın bölgesel rolü ve Pakistan'ın varlık mücadelesi bu tabloda iç içe geçmiş durumda.
Hülasa... Güney Asya'da yaşanan her gelişmeyi izole değil, çok katmanlı bir stratejik çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Çünkü; Keşmir'deki bir saldırının etkisi, yalnızca sınır ötesi değil; Hint Okyanusu'ndan Türkistan'a, oradan Avrupa-Çin ticaret hatlarına kadar geniş bir alana yayılmaktadır.