Artık kimse politik, ekonomik, iklimsel... hemen hiçbir konuyu yaşadığı ülkenin siyasi sınırları içerisinde algılamıyor. Bir tarafta savaş ve yoksulluk fiziksel göç nedeni olmaya devam ederken, bir tarafta vizesiz girilen dijital dünya; güvenlikten uluslararası ilişkilere, sert güçten yumuşak güce küreselliğin yeni çerçevesini çiziyor, kurallarını koyuyor.
Küreselleşmenin meydana getirdiği bağımlılık ilişkisi, iyimser küreselleşmecilere göre dünyanın gelişmemiş ya da az gelişmiş bölgelerini sistemin içine sokmak suretiyle hep beraber kalkınma yönünde bir dinamizm yaratacaktı. Fakat G20 ülkeleri, liberalizmin herkese eşit fırsatlar sunmadığı; bilakis hegemonlar yarattığı gerçeğiyle yüzleşerek "Kimseyi geri bırakmadan hep birlikte kalkınmak" gibi başlıklar altında toplantılar yapıyor.
***Bununla beraber küreselleşmenin az gelişmiş ülkelerin ekonomilerine hiç katkı sağlamadığını söylemek de mümkün değil. Bugün ABD Başkanı Trump ve onun gibi düşünenlerin kalkış noktası da burası. Sermayenin emeğin ucuz olduğu yerlere akışı, bu ülkelerde ekonomik canlanmaya yol açtı açmasına; ama bir taraftan da bunun sürdürülebilirliği sorgulanmaya başlandı. Ucuz iş gücü, maliyetleri düşürerek tüketimi inanılmaz boyutlara çıkardı. Bu sayede dünya, hiç olmadığı kadar atık üreten bir yer haline geldi.
Fakir Güney'in pazar hâline getirilebilmesi gerekiyordu. Küreselleşme sayesinde zenginlik yayılacaktı. Zengin Kuzey'in daha da zenginleşebilmesi, ancak 'fakir Güney'in de biraz daha zenginleşmesiyle mümkündü. Kuzey'in üretimi Güney'e kaydırarak maliyetleri düşürmesi sağlandı. Bu düzenin sürdürülebilir olması için Güney'in en azından tüketici olarak belli bir refaha ulaşması gerekiyordu. Ancak bu, ne Güney ne de Kuzey için beklendiği gibi gerçekleşti. Böylece bir siyasal fay hattı oluştu.
Çin'in küreselleşmeci, ABD'nin ise korumacı bir yönelime girdiği yeni dünya bu.
***Küresel bağımlılık; ne zenginliğin gerçek anlamda yayılmasına ne de daha barışçıl ve demokratik bir dünyaya geçmeye yaradı. Bilakis sömürü düzeninin daha da derinleşmesine yol açtı.
Bu düzende çatışan taraflar, sömüren ve sömürülenler değil. Çünkü sömürülenlerin çatışacak hâli yok. Çatışanlar, yarışma kabiliyetine sahip olanlar. En tepede ABD ve Çin. Alt ligler de var kuşkusuz. Rusya ve Avrupa arasındaki çatışmada Ukrayna'nın çiğnenmesi mesela.
Oyunun birincil kuralı değişmiyor; sonucu güç belirliyor. Güç şekil değiştirebiliyor, çeşitlenebiliyor ama belirleyici olan her zaman güç. Ve hâlâ gücün temerküz ettiği yer ABD. Dünya siyasetindeki pek çok kritik gelişmenin seyri ABD'nin tutumuna bağlı. Rusya-Ukrayna Savaşı'nın uzaması veya sona ermesi, İsrail'in ateşkese uyup uymaması ABD'nin tavrına bağlı. ABD–Çin ticaret savaşı, diğer ülkeler üzerinde doğrudan etki edecek önemde. Avrupa'nın yeni güvenlik çerçevesi yine ABD'ye göre şekillenecek.
***Türkiye'nin, hem kendi içinde hem de bölgesel problemlerde ABD'nin rolünü sıkça tecrübe etmesi de bu etkinin bir yansıması.
Hülasa, dünya çok aktörlü, çoklu stratejilerin çatıştığı yeni bir dönemden geçiyor. Mevcut savaşların sonlandırılamaması, potansiyel çatışma alanlarının kontrol edilememesi; değişimin hızını artıracak bir yıkıcılık barındırıyor.
Böyle bir vasatta Türkiye'nin kendi içindeki siyasi ve güvenlik sorunlarını sıfırlayamasa bile en aza indirmesi bir tercih değil, zorunluluktur.