Galatasaray, kendi yarı sahasında ve kendi arasında durmadan top çevirmeyi marifet sanıyor. Hiçbir stratejiye yakışmayan ve gerekmeyen bu eveleme-geveleme çabaları; rakibe dinlenme ve soluk alma fırsatları tanıyor.
Çağdışı kalmış bu köhne ve tembel futbol anlayışı; mekanizmayı ağır işlettiği için, atak ve pozisyon sayısını da düşürüyor. Düşünün ki; Galatasaray ilk yarıda 65’e 35 gibi açık ara topa sahip olma oranıyla oynadı ama, yarattığı tehlike Selçuk İnan’ın serbest atışıyla sınırlı kaldı. Bir türlü baskı kurulamadığı için, rakip savunmalar kademelerini paniğe kapılmadan, hep sakin ve kontrollü yapıyor. Hataya zorlayacaksın ki, karşındaki açık versin.
***
Abdullah Avcı’nın, bir milli maçta ilk onbire almadığı ve sonradan oyuna bile sokmadığı Selçuk İnan; bir anda Türkiye’nin gündemine oturmuştu. Yalnız Galatasaraylılar değil; tüm takım taraftarları ve medya mensupları; onu neredeyse bir idol, ikon, ilah konumuna getirmişlerdi. Selçuk İnan, o dönemden beri ortalıkta yok... Adam “Ben neymişim” deyip şaşırdı, yamuldu. Psikolojik travmaya uğradı. Eski klasından, havasından, becerisinden ve etkisinden eser yok.
Melo da; geçen sezonun şampiyonluğundaki büyük pay sahibi olma yetisinden sapmalar gösterdi. O Melo gitmiş, saçma-sapan başka bir Melo gelmiş; melankolik bir hal almış... Doğru dürüst pası yok, şutu yok, hırsı yok... Daha kötüsü, dermanı yok. Her ikili mücadelede yerde!
Nerede o Pitbull... Arada bul!
Herhalde bu yüzden oyundan alındı.
***
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, gene de gol geldi. Dede’nin savunmanın göbeğinde yaptığı beklenmedik hata; Burak’a avantadan gol atma fırsatı getirdi. Bu bir pozisyon golü değil, şans golüydü. Neredeyse ikram golüydü.
Galatasaray 1-0 öne geçişten sonra; taraftarının o andaki itici gücü ve oyuna alınan Amrabat’ın da katkısıyla, “Salla başını al maaşını” türündeki memur anlayışlı zoraki futbolunu terk etti. Ama yetmedi...