1- Rahmetli Hafız Hattat Kemal Batanay’ın (1891-1981) kalemgüzeli “Dahılek Ya Resulullah” hattını duvara astım. Kutlu doğum günlerine girdiğimiz şu güzel vakitlerin bereketinden istifade etmeyi hepimize nasip etsin Rabbimiz...
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş Hz. Peygamber’e (s) bir selam olarak, onun merhametinden, ümmetine karşı çok hassas olan yüreğinden, güzel ahlakından, sabrından, ikramperverliğinden bir umut olarak; “Dahılek”...
Eksiğiz, kusurluyuz, pişmanız ama ne olur bizi de al, kabul et seni sevenlerin caddesine dercesine “Dahılek”...
Kalabalıkların içinde kaybolmamak için telaşla annesinin eteğine sarılan çocuklar misali “Dahılek”...
Cankurtaran sandalına atılan kazazedeler misali, çiçek açmaya durmuş ilkbahar ağaçlarının yeniden doğmaya dair verdiği umut misali: “Dahılek Ya Resulullah”...
Rabbimizin adaletinden haşyet duyar, boyun bükeriz. Şayet O’nun rahmeti yetişmezse bize mahvoluruz. Bu yüzden Dahılek Ya Resulullah! Allah ki; Rahman’dır Rahim’dir, Hu!
2- El Hamra Sarayı’nın girişindeki 1348 tarihli Adalet Kapısı, merhametten değil kanun önünde eşitlikten bahseder. Gezi rehberlerince ‘Bab’üş Şeriat’ veya ‘Puerta de la Justicia’ olarak tanıtılan ‘sağ el’ işaretli bu kapı için, ‘ey yolcu, hep aradığın adaleti bu kapıdan geçtiğinde derhal bulacağından kork’ der seyyahlar... Gerçekten de adaletin iki ucu keskin kılıcı andıran göz kamaştırıcı bir parıltısı vardır ki, masum olanların da en az suçlu olanlar kadar haşyete kapılacağı bir keskinliktir bu.
Yavuz ve Kanuni dönemlerinde 23 yıl Şeyhülislamlık yapmış Zenbili Ali Efendi’nin, sarkıttığı bir zembili olduğu anlatılır. Halk şikayet ve başvurularını gün boyu bu zembile yazıp atarmış, akşam vakti büyük Yargıç Ali Efendi, bu şikayet ve soruları okuyup kimine gereken cevapları verir, kimisi için de gerekli hukuki soruşturmaları başlatır, ertesi gün aynı zembille dışarı sarkıtırmış. Böylece başvuru sahiplerinin kim olduğuna bakmadan, tabiri caizse gözleri bağlı bir şekilde, karar vereceği olaylar hakkında azami bir tarafsızlığı ve objektivizmi sağlamayı murad edermiş...
3- İran’da sarsıcı bir ‘kısas’ hadisesi yaşandı. Evladını bıçaklayarak öldüren katili, tam asılacakken, idam sehpasında boynuna ip geçirilirken, affetti anne! Katil ve yakınları şok içindeydi. Katilin annesi maktülün annesine sarıldığında iki kadın da hıçkırıklarla ağlıyordu. İnsanı altüst eden o başdöndürücü fotoğraflara bakarken, bu infazın ne kadar ilkel ve vahşet dolu bir yüzü var diye düşünebilirsiniz, hele ki meydanı doldurmuş hançereleri yırtılırcasına katilin bir an evvel sallandırılması için tempo tutan o kalabalık... Sonra o kabus gibi duran kareler içinden fırlayarak ölmüş evladının mezarını dünyadaki son tutamağı kılmış o annenin kalabalığı yararak yürüyüşü... Yürüyüşü... Ve idam sehpasındaki tabureyi tekmeleyeceği yerde, acıyla haykırıp bir tokatla katili yere serişi... Kısas’tan çıkan af ve aftan neşet eden bahşedilmiş yeni bir hayat... İnsan böyle bir şey! Ezberi yok... Aftan sonra evladı öldürülmüş annenin eve dönüşü... Keder, yas, gözyaşı yine aynı. Evladı öldürülmüş o annenin bir yıldız gibi parlayarak göklere çıkışını seyrettim ben bu haberde...
4. Prof. Mazhar Bağlı’nın ‘kan kusturmak’ üzerinden kurduğu ve şu saate kadar tekzip etmediği nefret cümlesi kasvet olup çöktü üstümüze. Toplumsal adalet beklentisinden, kanun önünde eşitlikten, kısas ve kişisel af meselelerine kadar hukuk mecrasında tanık olabileceğimiz farklı durumların hangisine uygundur bu söylem? Nefret, Hukuk Devleti terbiyesi ve birikiminin hangi Zembilinde saklı, hangi Adalet Kapısında yazılıdır? Oğlumuzu kim öldürdü de biz faillerine kan kusturmaktan bahsediyoruz?
5- Şehitler Şahı Yiğit Hamza’yı şehit edip müsleyi reva gören Hind ve Vahşi’yi bile affetmişken Hz. Peygamber... Rahmet günlerinde nedir bu intikam çağrısı?