Müslüman için dini olan ya da olmayan bir alan yoktur. İslam hayatın tüm alanlarını kuşatan bir dindir.
Dolayısıyla Müslüman kişi, hayatının tüm alanlarında dinin koyduğu ölçülere riayet etmeye çalışmakla yükümlüdür.
Ticarette, siyasette, sporda, sanatta hepsinde.
Kuran ve Sünnet iki temel kaynaktır. İkisi ışığında oluşan usuller ve kurallar Müslümanın hayat düsturlarıdır.
Müslüman kişi ticari kaygılarla bu düsturu ihlal edemez ya da siyasi saiklerle yahut başka nedenlerle bu düsturu yok sayamaz. Sayıyorsa yanlıştır, kendi hatasıdır Müslümanları bağlamaz.
Ama maalesef yapılan o münferit yanlışlara sarılan seküler kesim tüm Müslümanlar ve İslam'ı hedef haline getirerek karalamakta pek mahirdir.
O münferit yanlış tüm Müslümanlara zarar vermektedir.
Müslümanların en büyük yanlışları da, iman kardeşliğini adeta bir kenara bırakarak mezhep, etnisite, cemaat, parti, dernek ve benzeri oluşumlardaki birliktelik üzerinden değerlendirmeler yapıp tavır alıyor olmalarıdır.
Oysa iman kardeşliği, etnik kökeni, rengi, dili, mezhebi, partisi cemaati ne olursa olsun, Müslüman olan herkesi kardeş kılan birleştirici bir ilkedir.
Orada üstünlük de sadece Allah'a karşı sorumluluk bilinci olan takva iledir.
Fakat bunun anlamı kişinin kendi kökenini inkâr etmesi, cemaatini reddetmesi, partisini ortadan kaldırması anlamına gelmez.
Sadece sıralamaya dikkat etmesi gerekir.
Yani Müslümanın birden fazla mensubiyeti olabilir.
İman kardeşliğini ilk sıraya koyduktan sonra ırkına, mezhebine, partisine cemaatine sahip çıkmasının mahzuru yoktur.
Ben hep şunu söylüyorum Müslümanın iki cemaati vardır. Birincisi iman kardeşliğini esas alan büyük cemaattir ki onun adı ümmettir; ikincisi de mensubu bulunduğu cemaat ki bu dini cemaat olur, tarikat olur, vakıf olur, parti olur; dernek olur ne olursa olsun.
Öncelikle Müslüman olan herkesi kardeş bildikten sonra ve kardeşlik hukukuna riayet ettikten yani iman kardeşliğinin üstünlük ilkesinin takva olduğunu kabullendikten sonra istediği cemaat istediği parti içinde yer alsın mahzuru olmaz.
Ümmet asli cemaatimizdir, biz orada Arap ile Kürt ile Çerkez ile Boşnak ile iman kardeşiyiz, biz orada Nurcu ile Süleymancı ile Milli Görüşçü ile iman kardeşiyiz, biz orada diğer siyasi parti mensupları Müslümanlarla iman kardeşiyiz.
İçinde bulunduğumuz oluşum da tâli cemaatimizdir.
İşte günümüzde Müslümanların en büyük yanlışı burada tezahür ediyor.
Birinci sıraya iman kardeşliğini koymak yerine cemaat tarikat parti kardeşliğini koyuyor ve başkalarını İslam dışı görüyor, sevgi bir kenara saygı bile göstermiyor.
Ölçü öyle kaçırılıyor ki, dün birlikte mücadele ettikleri oluşum ile yolunu ayıranlar bugün o oluşuma karşı amansız bir düşman kesiliyor.
Bunun en bariz misalini de dindar kesimdeki siyasi kopuşlarda görüyoruz.
Parti din değildir.
Bir partiyi terk eden dinden çıkmaz. Dolayısıyla din kardeşliği devam eder, daha doğrusu devam etmelidir!
Tam tersini gördük. Eski partisine zarar vermek için ideolojik düşmanlarıyla bile ittifak kurulduğunu gördük.
Eski partisine saldırabilmek için her gün dinine küfreden medya organlarında boy gösterdiklerini gördük/görüyoruz.
Bunun adı iman kardeşliği olamaz.
Bunun adı siyasi ihtirastır.
Zaten millet bu tür tezatlara prim vermiyor, dün birlikte olduğu kesimi eleştirenlere itibar etmiyor.
Olması gereken, iman kardeşliğini birinci sıraya koyup hakaret etmeden fikirlerini savunmaları, eski partisinin mensuplarının da hakaret içermeyen eleştirilerini ikaz olarak algılamaları ve din kardeşi olduklarını kesinlikle unutmamalarıdır.
Siyasette en azılı rakiplerin dahi bir araya gelmesi garipsenecek bir gelişme değildir.
Farklı siyasi partilerde siyaset yapan müminlerin bir araya gelmesi her daim muhtemeldir ve en güçlü ihtimal olmalıdır.
Çünkü Müslüman için iman kardeşliği partizanlığın üzerindedir.
İmam Tirmizi'nin naklettiği bir hadisi şerifte Efendimiz Aleyhisselam buyuruyor ki: "Sevdiğini ölçülü sev bir gün düşmanın olur. Nefret ettiğine de ölçülü davran belki bir gün dostun olur."