İlginçtir Osmanlı yıkılmadan önceki yıllarda da bugün bizim tartıştığımız konular hararetli bir şekilde tartışılmış.
Gündem hiç değişmemiş.
Sadık Albayrak dostumun telif edip gönderdiği, 'Siyasi Boyutlarıyla Türkiye'de İslamcılığın Doğuşu' isimli kitabını okudum.

Kitabı okuyunca 1. Dünya Savaşı'ndan önce Osmanlı'nın zaten yıkılmaya mahkum olduğu anlaşılıyor.
O yıkımı durdurabilmek için Osmanlı aydınlarının tartıştığı batıcılık, İslamcılık, Türkçülük tartışmalarını nakleden Sadık bey, İslam dünyasının daha doğrusu Müslümanların röntgenini çekerek nerede neler yanlış yapılmış onları irdelemiş.
O dönemde 300 milyon civarındaki Müslümanların hali pürmelalini nakletmiş ve aydınların teşhis ve tedavilerine yer vermiş kitabında.
Osmanlının yıkılışa yakın döneminde çareler arayan aydınların bir kısmı bu durumun sebebini dine bağladıklarını Ziya Paşa o meşhur terkib-i bendinde, 'İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki/Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı' (Devletin yükselmesine engel olan İslâmiyet imiş, önceleri yoktu, bu rivayet yeni çıktı.) şeklinde dile getirmişti.
Kitapta Peyami Safa'nın: "Münevver ihtiyarların çoğu Allah'sız" tespitine yer verilmiş.
Batıcılığı savunanlar İslam'ın ilerlemeye engel olduğu tezi üzerinden hilafeti de tartışmışlar.
İlginçtir sonraları hilafete karşı çıkanlar bile o dönemde hilafeti savunmuşlar!
Mesela, sonraları hilafete karşı çıkan Celal Nuri, 'İslam'da hilafet ve demokrasi' isimli makalesinde, 'Hilafet demokrasinin kuvvetlenmesi demektir. Dünyada en eski demokrasi cumhur-u Müslimindir. İslam bir demokrasidir' diyecek kadar hilafet yanlısıdır.
Mesela, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi bile o dönemde Tasvir-i Efkar gazetesinin 1314 sayılı nüshasında yazdığı makalelerle hilafete bağlılığın ve hilafet etrafından kenetlenerek cihadın ve İttihad-ı İslam'ın ehemmiyetini anlatan ve 'Yaşasın İslam'ın ittihadı!' sloganıyla biten etkili makalesini Sebilürreşad iktibas etmiş!
Kitapta hilafeti savunanların tezleri ile hilafetin özellikleri, misyonu ve gerekliliği uzun uzun anlatılmış. Caydırıcı gücü olmayan dünya Müslümanlarını koruma gücü bulunmayan bir hilafetin işlevsiz olacağı hatırlatılarak Osmanlı hilafetinin önemine vurgu yapılmış.
Bu bölümü okuyunca Vahdeddin'in TBMM'nin intihabıyla hilafeti kabul eden Abdulmecid'e, 'Saltanatsız hilafet olmaz!' itirazını hatırladım.
Saltanattan maksat şeriatı uygulayacak ve Müslümanları savunacak güce sahip olmaktır.
Bu satırlar bana yine Hilafet kaldırılırken Adalet Bakanı Seyyid beyin mecliste yaptığı o meşhur konuşmasını hatırlattı.
Seyyid bey o konuşmasında özetle, 'Hilafetin asıl görevinin şeriatı uygulamak olduğu, İstanbul'daki halifenin şeriatı uygulayacak bir gücü bulunmadığı için ve halifenin misyonunu meclis üstlendiği için ilga edilmelidir!' demişti. Gerekçe olarak Abdulmecid'in yaptırım gücü olmadığını bu gücü meclis üstlendiğine vurgu yapmıştı.
431 sayılı Hilafeti ilga kanunun birinci maddesi de 'Madde 1 – Halife hal' edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.' şeklindedir.
Bugünkü Türkçeye çevirecek olursak, 'Halife görevinden alınmıştır. Halifelik Hükümet ve Cumhuriyet'in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan Halifelik makamı kaldırılmıştır.' şeklindedir.
Yani cumhuriyet halifeliğe karşı değildir, aksine halifenin görevlerini de üstlenmiştir.
1924 Anayasasının ikinci maddesi 'Devletin dini İslam'dır.' derken meclisin görevlerini sayan 26. Maddenin birinci fıkrası, 'Ahkam-ı şeri'yeyi tenfiz.' yani şeriat hükümlerini uygulamaktır. O dönemde meclisten ayrı bir hükümet yoktu meclis hükümeti vardı, o yüzden görev meclise verildi.
Yani milli mücadeleden sonra ilan edilen cumhuriyet anayasasında belirtildiği gibi bir İslam Cumhuriyeti'dir.
Seyyid bey buna inandığı için hilafetin şahıstan alınıp görevlerinin hükümete verilmesini savunmuştur.
1925'te vefat eden Seyyid bey, CHP'nin cumhuriyetin fabrika ayarlarını bozduğunu görmediği için bence mazurdur.
Kitapta gerileme sebebinin İslam olmadığı, gerilemenin sorumlusunun alimler, yöneticiler ve aydınlar olduğu tespiti yapılmış.
Çareyi batılılaşmada bulan Jön Türklerin bile İslam Birliği'ni savunduklarını mesela İsmail Gaspıralı gibi Jön Türk nazariyesine yakın duranların ölümüne kadar Rusya'daki 'İttifak-ı Müslimin Partisi başkanlığı yaptığı nakledilmiş.
Hatta Panturanizm taraftarlarının bile 'Panturanizm'in Panislamizme giriş!' olduğunu savundukları tezlerine yer vermiş.
Ve mesela Kafkasya Müslümanları arasında en güçlü akım olan ve Türkçülüğü esas alan Bakü merkezli Müsavat Partisi'nin sloganı ise 'Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak' şeklindedir.
Tersini savunanlar da vardır. Onlara göre Kafkaslardaki İttihad-ı İslam döne dolaşa Türkçülük şeklini alıyor çünkü Türk İslamsız düşünülemiyor!
Sadık Albayrak beyin 'Siyasi Boyutlarıyla Türkiye'de İslamcılığın Doğuşu' kitabını anlatmaya devam edeceğiz.
TAZİYE
انا لله و انا اليه راجعون
İmam Hatip Lisesi öğretmenliğinden emekli, bir dönem birlikte mesai sarf ettiğimiz, samimi bir Müslüman olduğuna bütün kalbimle şehadet ettiğim kardeşim Ahmed Yüksel merhumu dün ikindi namazına müteakiben Fatih Camii'nden dar-ı bekaya uğurladık.
Merhuma Cenab-ı Hakk'dan rahmet-i vâsia, değerli yakınlarına sabr-ı cemil ve ecri azîm diliyorum.
Camiamızın başı sağ olsun.
Mekanı cennet olsun.