Arap isyanları, Tunus hariç, kanlı müdahalelere yol açtı. Kuşkusuz en ağır tablo Suriye'de yaşandı. Yüzde 10'luk azınlık Baas rejimi, başta İran, sonra da Rusya'nın desteğiyle Suriye'de en ağır savaş suçlarını işledi. Milyonlarca insan sığınmacı konumuna düştü. Milyonlarcası Suriye içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Yüz binlerce insan Esed ve destekçileri tarafından katledildi, hapishanelerde en ağır işkencelere maruz bırakıldı. Dile kolay, 13 yıl süren bir iç savaşın ardından muhalifler artık her şeyi tükenmiş olan Esed rejimini yıktı ve 8 Aralık "Suriye Halk Devrimi" olarak tarihe geçti.
Bu 14 yılda sadece Suriye değil, esasında tüm bölgemiz ağır bedeller ödedi. Suriye; DEAŞ, Haşdi Şa'bi ve PYD terör örgütleri eliyle yürütülen bir vekâlet savaşları platosuna dönüştü. Savaşın ağır kayıplarıyla birlikte demografik ve sosyolojik yaralar açıldı.
Savaş sarmalının Türkiye'ye bulaşması için de elinden geleni ardına koymayanlar oldu. Bir taraftan FETÖ, diğer taraftan DEAŞ ve PKK Türkiye'nin üstüne salındı. Aynı masanın etrafında oturduğumuz ülkelerin bu örgütleri silahlandırıp Türkiye'ye saldırttıklarını bile bile Türkiye; kırmızı çizgilerinden taviz vermeden, sert gücü diplomasiyle, diplomasiyi sert güçle destekleyerek gerçekten de olmazları oldurdu.
ABD'den Rusya'ya, İran'dan Suudi Arabistan'a, BAE'den Mısır'a Türkiye'ye karşı hasmane politikalar geliştirmeyen neredeyse yakın-uzak komşu kalmamıştı. NATO'nun en güçlü ikinci ordusuna sahip üyesi olarak adeta NATO'nun hedef ülkesi hâline getirilmeye çalışıldık. Tüm bu kirli oyunların temelinde ise Suriye vardı. Suriye üzerinden Türkiye terör destekçisi ülke ilan edildi. İnanılmaz bir kara propaganda yürütüldü. Bugün aramızdan su sızmayan kimi ülkelerin, Türkiye karşıtı kampanyalar için FETÖ'yü nasıl finanse ettiğini bilmesi gereken yetkililer gayet iyi biliyor.
8 Aralık'ta Esed Suriye'yi terk etti ve Şam, HTŞ'nin öncülüğünde Suriye muhalefetinin silahlı güçleri tarafından ele geçirildi. Bir yıldır da Suriye'nin yeniden devletleşmesi için yürütülen yoğun bir çaba var.
Savaş zamanında Suriye'nin en ağır yükünü Türkiye üstlendi. 8 Aralık'tan sonraki süreçte de Türkiye; Suriye'nin bölgesel ilişkilerinin yeniden tesisi, ambargoların kaldırılması, devletin kurumsal inşası ve askerî yapılanması için birincil partner olarak sahada.
Ve tabii ki Suriye'nin kuzeyindeki SDG yapılanmasının kendini feshederek Şam ile entegre olması Türkiye için olmazsa olmaz. Bunun birkaç sebebi var: Türkiye, Suriyeli olmayan hiçbir unsurun SDG adı altında Suriye'de var olmasını istemiyor. Türk istihbaratı, PKK'nın tasfiyesi sürecinde kimin nerede olduğunu gayet iyi biliyor. O yüzden Suriye'deki yapının içinde kalıp iz kaybetmeye çalışılması Türkiye için söz konusu dahi olamaz.
Ayrıca bir ülke içinde ayrı bir silahlı yapının teşkil edilmesi ya da mevcut yapının tasfiye edilmemesinin ne o ülkeye ne de bölgeye hayır getirmeyeceği ortada. Lübnan ve Irak'taki yapıyı tekrarlamak sadece sorunları şimdilik yatıştırmak anlamına gelecektir. Bunun ne Suriye'ye ne bölge ülkelerine ne Türkiye'ye ne de özel olarak Kürtlere bir hayrı var.
Terörsüz Türkiye sürecinin selameti, terörsüz bölge ile kaim. Bu da Suriye'de tek bir silahlı kuvvetler düzeni ve birleşik bir devlet yapısının oluşmasıyla mümkün.