Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin dünkü grup toplantısında, "ümit ile itidal" vurgusu yaptı. Dedi ki: "Ümitvar ama itidalli bir şekilde gelişmeleri takibe davet ediyoruz." Ayrıca, "Herkesin, sağduyu içinde iyimser şekilde gelişmeleri takip etmesi gerekir" diyerek genel bir sorumluluk çağrısında bulundu.
Elbette iyimserliği korumak gerekiyor... Ama aslolan "uygulama!" Erdoğan da bu konunun altını çizdi ve sürecin sıkı bir şekilde takip edileceğini söyledi:
"Sözlerin tutulup tutulmadığının takibini, Milli İstihbarat Teşkilatımız titizlikle yapacaktır. Örgüt kendi üzerine düşenleri yerine getirdiğinde, artık kalan hususları konuşmak, görüşmek, ilerletmek siyasetin işi haline gelecektir."
Bu ifadeler bir kez daha gösterdi ki, "zor ve rıza" anlayışından taviz verilmeyecek. Tabi süreç zor. Geçen yazımda da belirttiğim gibi bu zorluğun temel sebebi de "örgütün ve uzantılarının, hadi daha açık söyleyelim, şimdiye kadar terör örgütünün aparatı olmaktan bir türlü kurtulamayan DEM partisi rızayı" teolojiye dönüştürdükleri ideolojik saplantılarından dolayı algılayamamaları.
Dolayısıyla devletin süreci "ama" deme fırsatı vermemecesine takip etmesi gerekiyor. Eğer "amalı", "şart koşan" cümlelere muhatap olacaksak – ki bu şımarıklık devam ediyor – açık söyleyeyim, binlerce yıllık geleneğin şekillendirdiği millet sabrı çatlar.
Millet "kana, ölüme" rağmen kardeşlikten hiç vazgeçmedi. Tuhaf, yapay, daraltılmış kimlik tasarımları çerçevesinde yapılan propagandaya, ajitasyona, ötekileştirmeye rağmen "emanet bilinciyle" birlikte yaşamaktan da hiç vazgeçmedi.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü bu toprakların köklerine kadar sinmiş bir ilke var. O da "varlığı emanet olarak bilmek, fiile göre hüküm vermek" diye şerh edebileceğimiz "zatına değil fiiline bak" ilkesi.
Onun için, kendinden menkul, köksüz, sol liberal kafalı okuryazarların genelleştirmeye çalıştıkları arızi durumlar hariç, bu iklimde ırkçılık, ayrımcılık kök salmadı şimdiye kadar, çok şükür. Kolonyalist, batıcı, tercümeci kafaların afazi mantıkla ürettikleri ve şimdiye kadar toplumu ayrıştırmak için kullandıkları tüm aksi iddialara rağmen, bu bir inanca ve töreye bağlı hukuk bilincidir.
Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında vurguladığı "binlerce yıllık devlet tecrübesi" de işte bu hukuk anlayışı ile yoğrulmuştur.
Bugünkü sürecin sağlıklı işleyebilmesinin teminatı da işte bu gelenektir.
KÜRT HAREKETİ Mİ?
Terör örgütü ile ilgili olarak özellikle sol mahallede yorumlar yapılırken, sıkça "Kürt hareketi" ifadesi kullanılıyor. Tam bir iki yüzlülük bu.
Aytekin Yılmaz'ın Son Diktatör kitabından bu ikiyüzlülüğü deşifre edecek bir alıntı ile yazımı sonlandırayım:
"Eğer bir gün bu çatışmalı sürecin muhasebesi yapılacak olunursa, görülecektir ki PKK'nın Kürtlere verdiği zarar, 1930'lardaki Stalin'in Ruslara verdiği yıkıma benzerdir."