Trump–Putin görüşmesinden yalnızca üç gün sonra düzenlenen Washington Zirvesi, uluslararası siyasette kurumların geri plana itildiğini ve oyunun artık doğrudan liderlerin inisiyatifiyle şekillendiğini gösterdi. NATO artık oyunun kurucusu değil, kenarda duran bir tanık konumunda. Zelenski, savaş liderliğinden diplomasiye geçiş yaparken Trump, Ukrayna'ya NATO garantisi değil, kendi şahsi sözüyle güvence verdi. Bu tablo, kurumsal diplomasi yerine kişisel iradeye dayalı yeni bir güç pazarlığının işaretini veriyor. Avrupa liderleri fiziksel olarak zirvede bulunsalar da siyasi olarak oyunun dışında kaldılar. Diplomasi masası kurulurken Rusya sahada saldırılarla elini yükseltti. Şimdi ise Batı ile Doğu arasındaki kapışmanın cephesi hâline dönen Ukrayna için üçlü bir zirve hedefleniyor; ne var ki bu, barış değil, yeni bir statüko üretme girişimi anlamına geliyor. Yani... Barış ihtimalinden çok, güç dengeleri üzerinden bir dünya düzeni üzerinde duruluyor.
Evet... Trump kendi masasını kurdu, Zelenski tişörtünü çıkarıp takım elbiseyle oturdu, Putin sahada saldırılarla masadaki ağırlığını artırdı. Peki ya Avrupa?
Norveçli siyaset bilimci Prof. Glenn Diesen'den alalım cevabı:
"500 yıllık Batı merkezli düzenin sonuna tanıklık ediyoruz. Avrupa, tarihsel merkezî rolünü kaybediyor ve ortaya çıkan çok kutuplu düzenin kenarına itilmiş durumda."
Gerçekten de, 18 Ağustos'ta Trump'ın karşısında dizilen Avrupa liderlerine bakınca, uzun zamandır "Avrupa stratejik körlük yaşıyor" diyen Diesen'in sözüne hak vermemek zor. Son yıllarda yazılarını ve makalelerini heyecanla takip ettiğim bir akademisyen Diesen. Türkçeye çevrilmediler ama Russophobia ve The Return of Eurasia kitapları dünyada çok tartışıldı. Avrupalı Avrasyacılardan yani.
Diesen, Trump–Putin zirvesinden sonra katıldığı bir programda dile getiriyor az önce paylaştığım sözünü. Beş yüz yıllık hikâyenin sonunu kimileri abartılı bulabilir. Ama Norveçli akademisyenin diğer sözlerini de paylaşırsam hiç de yabana atılacak bir tez olmadığı anlaşılacaktır. Diesen'in sözlerini yorumsuz paylaşıyorum:
* Avrupa kaderini transatlantik ilişkiye bağladı, ancak bu artık katlanılamaz bir maliyet hâline geliyor. Washington'un stratejik önceliklerine tabi olarak Avrupa, kendi sanayisini, enerji güvenliğini ve uzun vadeli refahını baltalıyor. Küresel düzeni şekillendiren değil, talimatları izleyen bir kıta hâline gelirken aslında kendi çöküşünü hızlandırıyor.
* Avrupa'nın trajedisi, tarihsel dönüşümü kabul etmeyi reddetmesidir. Atlantikçi kimliğe tutunarak, çok kutuplu düzende bağımsız bir kutup olmak yerine Washington'un imparatorluğunun periferisine dönüşmüştür. Yüzyıllar boyunca küresel gücün merkezi olan Avrupa, artık yeni güç dengeleri açısından giderek önemsizleşmektedir.
* Ukrayna'daki savaş, Avrupa'nın yapısal zayıflığını ortaya çıkardı. İthal enerjiye bağımlılığı, sanayisizleşme süreci ve Washington'a siyasi bağımlılığı, uzun vadeli bir krizde birleşiyor. Avrupa, sürdürülemez bir transatlantik hegemonyayı ayakta tutmak için kendi refahını ve istikrarını feda ediyor. Bu bir yenilenme değil, çöküştür.
Hülasa...
Avrupa, kurumsal gücünü yitirirken tarihsel inisiyatifini de kaybetti. Sembolik varlığı süregelse de küresel siyasetteki etkisi belirleyici olmaktan çıkmış durumda. Amerika'nın önceliklerine göre hareket eden, sahada Rusya karşısında kırılgan kalan, diplomasi masasında ise edilgenleşen bir Avrupa portresi çiziliyor. Bugün yaşanan yalnızca geçici bir zayıflık değil; bu, çok kutuplu dünyada Avrupa'nın tarihsel rolünden kopuşunun ve nihayetinde çöküşünün habercisi.