Toplumumuz yaşlanıyor.
Önümüzdeki 10 ila 20 yıl, yaşlanmayı, anne-baba hakkını daha çok konuşacağımız yıllar olacak, öyle gözüküyor. Çünkü yaşlılık, yaşlı bakımı, yaşlılarla birlikte yaşama, yaşlıların birbirileriyle yaşaması, şehirde yaşlılık ve yalnızlık gibi pek çok başlık var önümüzde. Ve en önemlisi bu yaşlılar bizim anne ve babalarımız.
Şimdiye kadar anne-baba ve çocuk ilişkisine odaklanmış dünyamız, kısa bir süre içinde çocuklar ve anne-baba ilişkisine evrilecek gibi gözüküyor... Meseleyi hep, anne-baba olarak çocuklarımıza nasıl bakalım, onları yarınlara nasıl hazırlayalım sorusu üzerinden ele aldık. Ama şimdilerde yeni bir sorumuz daha oldu; biz çocuklar, yaşlanan ebeveynimize nasıl davranacağız? Ailede adalet mekanizması nasıl işleyecek, merhamet çarkları nasıl dönecek acaba?
Ailede adaleti sağlamak büyük bir meseledir.
Karı-koca arasında, çocuklar arasında, kardeşler arasında, anne-baba-çocuklar ilişkisinde, hassas bir denge olması gerekir. Çoğu kez bahsettiğimiz bu adalet eşitlikçi bir adalet değildir. Bebeğinizle, ortaokula başlamış diğer çocuğunuza ayıracağınız vakitler nasıl ki eşit olamazsa, adaleti daha başka bir şekilde açıklamak gerekir aile içinde... Bütünleyici adalet veya hakkaniyet dediğimiz şeyde ise, aile fertlerinin kuracağı uyum modeline göre sorumluluklar paylaşılır.
Sorumluluk sahibi aile fertlerinin çoğu kez hayatlarıyla birbirlerine örnek ve ilham kayağı oldukları doğrudur. Ve bu sorumluluk bilincinin küçük yaşlardan itibaren paylaşılan ve eyleme dayalı bir durum olduğunu fark eden her çocuk, temel insani değerlerle büyür. İyiyi, doğruyu, güzeli ve yararlıyı da bu sorumluluk pratikleriyle öğrenir herkes.
Karı-koca, evlatlar, aynı çatı altındaysa büyükanne, büyükbaba veya diğer akrabalar, aynı geminin mürettebatı gibidirler, dolayısıyla içlerinden birisinin yaşadığı sıkıntı tüm gemi halkını etkiler.
İletişimin en yüksek seviyede olduğu bir dönemde, heyhat ki en büyük iletişim sorunlarını yaşıyoruz. Aile, dertlerin paylaşılıp, konuşulabildiği bir mekan olması gerekirken, aynı çatı altındaki yabancılaşmanın gün geçtikçe nasıl da ilerlediğini, bir güve gibi insan ruhunu sinsice nasıl da erittiğini, hep birlikte üzülerek görüyoruz. Asrımızın en büyük sorunlarından birisidir yalnızlık!
Toplumumuzda aile, evlilik birliği altında, bir kadın ve bir erkeğin, öncülüğünde kurulur. Böylece karı kocanın karşılıklı hak ve sorumlulukları doğar. Kendi aralarındaki bu hukukun yanı sıra, ailede anne ve baba olmanın getirdiği yükümlülükler de vardır. Anne ve babanın hakları, çocukların yükümlülükleriyle doğru orantılıdır.
Ankebut suresinde: 'Biz insana ana ve babasına iyilik-güzellik yapmasını tavsiye ettik' der...
Bir adam bir gün: 'Ey Allah'ın Resulü ben anacığıma her türlü hizmetini yapar daha sonra da onu sırtıma alır gezdiririm, hatırını hiç incitmem, acaba bu davranışlarımla onun analık hakkını yerine getirmiş olur muyum?'' diye sorar.
Hz. Peygamber Efendimiz: 'Tüm bu yaptıkların, doğum anındaki tek bir iç geçirmenin, haykırışın bile yerini tutamaz' der. Çünkü o seni büyütmek ve kemale eriştirmek için çalıştı, ama sen ömrü az kalmış bir anneye hizmet etmektesin. Bu iki hizmet asla karşılaştırılmaz' der... Ne büyük bir söz, anne-babamız bizi yarınlara hazırlar, bizse onlara müstakbel sona doğru tahammül bile ettiğimizde, büyük iş yapmış gibi oluruz. Oysa bizim anlayışımızda, anne babaya saygı, sevgi, nezaket, iyilikte bulunmak, kendilerine yaşlılıkta destek olmak, hatta 'öf bile dememek' gereklidir.
İbni Sina, Tedbir'ül Menzil başlığında yazdığı ana-baba haklarını birer örfi yasa olarak kabul eder. 'Çocuğun ana babasına itaat etmesi, saygı duyması, hizmet etmesi kaleme dökülmemiş yasadır' der. Hz. Peygamber Efendimiz: 'Ana babaya iyilikte bulunmak, namaz, sadaka, oruç, hac, umre ve Allah yolunda cihattan daha efdaldir. Kim anne babasının rızasını alarak sabahlarsa, cennette ona iki kapı açılır. Aynı şekilde akşamlarsa, cennette yine iki kapı açılır. Anne babasından birisi hayatta ise ve onun gönlünü hoş ederse, kendisine cennete giden bir kapı açılır."
Nasreddin Tusi'ye göre; ana-babanın çocuğa olan sevgisi doğaldır, çocuğun anne-babasına olan sevgisinde ise irade söz konusudur. Bu yüzden dini kaidelerde, ahlaki umdelerde, ana-babaların çocuklarına iyilik etmelerinden çok, çocukların anne-babalarına iyilik etmeleri dile getirilmiştir.
Tusi'ye göre; baba hakkı ile anne hakkı da birbirinden farklıdır. Çünkü baba hakkı, ruhanidir, çocuklar; ancak akletmeye başladıklarında babayı idrak ederler. Anne hakları ise daha çok cismani temellere dayanır. Çünkü evlat 9 ay boyunca annenin bedeninde taşınır, çocuğu anne dünyaya getirir, çocukların ilk dokundukları kişi de annedir. Dolayısıyla anne ile kurulan irtibat babayla kurulan irtibattan kronolojik olarak daha evveldir, ruhani değil cismanidir, iradi değil doğaldır...
Baba hakları, daha çok ruhani ve iradeye yönelik olduğu için; itaat, iyi söz, dua ve övgüde bulunarak bu hakkın belki karşılanabileceğinden söz eder. Anne hakları ise cismani ve doğal olduğu için, anne haklarınınsa daha çok cismani yollarla, mesela geçim araçları sağlayarak belki karşılanabileceğini söyler.
Bizde ise anne-baba-çocuk hukuku dendiğinde iş salt adliyelerdeki şiddet vakalarına veya miras paylaşımına indirgeniyor. Oysa; 'yaklaşıyor, yaklaşmakta olan'...