Perşembe günü 24 TV'de Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Didem Aslan ile birlikte benim de konuk olduğum Yağmur Yıldız'ın moderatörlüğündeki Temsil Heyeti'nde Optimar araştırma şirketinin sahibi Hilmi Daşdemir, Türk milletinin 3. Dünya Savaşı ihtimaline ilişkin görüşlerini yansıtan verileri paylaştı.
Ankete katılanların yüzde 43.2'si "Evet, 3. Dünya Savaşı her geçen gün daha da yaklaşıyor" derken, yüzde 35'i "Hayır, böyle bir ihtimal görmüyorum" demiş.
Yine iki gün önce The Guardian gazetesi de benzer soruyla Avrupa'da yapılan anketin cevaplarını yayınlamıştı. Avrupa'da da "On yıla varmaz savaş olur" diyenlerin oranı yüzde 50'lerde. Hatta Avrupalıların yüzde 80'i içinden geçtiğimiz süreci 2. Dünya Savaşı öncesi döneme benzetiyor.
İnsanları böylesine karamsarlığa iten ne peki?
Dünyanın dört bir yanında çatışmalar artıyor. Bölgesel çatışmalar da büyük güçlerin birbirini sınama aracına dönüşüveriyor. Dolayısıyla "zeitgeist(!)" savaş tamtamlarının sesini her geçen gün biraz daha artırıyor.
Türkiye'nin 1 Ekim'den itibaren yürüttüğü "Terörsüz Türkiye" sürecini böylesine bir jeopolitik sıkışmanın yaşandığı bir zeminde değerlendirmek gerekiyor. O günden bu yana konuyla ilişkin her açıklamada hep "iç cephe" vurgusu yapılırken, terörle mücadele konusunda da özellikle sınır ötesinde mücadele amansız bir şekilde sürdürüldü.
Geldiğimiz nokta umut verici. Ama açıkça söyleyeyim, söz konusu terörse, ihtiyatı, tedbiri hiç elden bırakmamak gerekiyor.
Dün terör örgütünden gelen açıklamadan sonra da görüştüğüm bazı uzmanlar da aynı şeyi söylüyorlar.
Tabii özellikle televizyonlardan yapılan bazı yorumlara bakınca da ihtiyatın ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü hala etnikçi dil üzerinden toplumsal tasarım yapmaya çalışanlar var!
Sol liberal artığı bir dil ile sürece ilişkin yorumlar yapılıyor. Bu dil, aynı zamanda içeride büyük mevzi kaybetmiş "terörün mağlubiyetini" perdeliyor.
İkinci olarak ihtiyat atlayıp bırakıp cepheci bir yaklaşımı sürdürmek isteyenler var. Bu da çok tehlikeli. Özellikle milliyetçilik adına yapılan böylesine bir cephe tahkimat çabası, millet tarihini ideolojik pragmatizme boğdurmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Gençliğimden itibaren milli tarih üzerine okumalar yapan biri olarak söylüyorum bunu. Kimi dostlarım, arkadaşlarım kızacaklar belki, ama bazı söylemlerde, krizlerin derinleştiği, küresizleşme fikrinin ağırlık kazandığı bir zamanda bir imkân olarak beliren ve Afro-Avrasya jeopolitiğine oturan coğrafyayı yoğurmuş binlerce yıllık Türk tarihini ve devlet geleneğini dar ideolojik muhayyilenin içine hapsetme gayretlerini gördüm.
Bir kere de açarak söyleyeyim... Terör, emperyalizmin ürettiği çok kirli bir savaş stratejisidir. Böylesi bir kirli ve kanlı tezgâh içinde kendilerini konuşlandırmış olanlara karşı, evet, ihtiyatı geniş tedbiri kavi tutmak gerekiyor. Sivil siyaset alanını dahi çatışma stratejisinin bir aparatı haline getirmiş bir örgütten bahsediyoruz. Biraz daha ileri gideyim, kırk yıllık bir düzenden, silah, insan dahil her türlü kaçakçılığa, uyuşturucu ticaretine dayalı oluşmuş bir ekonomi politik "düzenden" bahsediyoruz.
Ne var ki, bir hukuk tesis etmek, bölgesel anlamda bir düzen oluşturmak için iç tahkimatı güçlendirip yol almak durumunda Türkiye. Üstüne üstlük, uluslararası konjonktür buna imkân tanıyor. Kimileri hala eski güç denklemine göre cümle kursa da gerçek bu. Eğer süreç iyi yönetilir, sağlıklı bir şekilde hitama erdirilirse, Suriye dahil terörsüz bölge stratejisi de hayata geçirilir. Emperyalist tasarım da ancak böyle aşılır zaten.