Türk Hava Yollarının (THY) uçağıyla İstanbul Havalimanı'na getirilen aktivistlerden İkbal Gürpınar, İsrail'in ne kadar zavallı olduğunu dünya kamuoyuna bir kez daha sergilediğini ve gerçek yüzünü gösterdiğini söyledi.
"ONLAR ŞOKA GİRDİ, BUNLAR NASIL HALA BÖYLE MUTLU OLABİLİYORLAR? DİYE"İtalyan milletvekiliyle aynı koğuşta kaldığını dile getiren Gürpınar, şöyle devam etti:
"Bir gecede odası bir inanın 3-4 kere değiştirilir mi? Geliyorlar, o koğuştan o koğuşa, o koğuştan o koğuşa ve hayvan gibi sesler çıkarıyorlar. Özellikle İsrailli kadın askerler, erkeklerden çok daha zalimlerdi. Bize olmadık şeyler yaptılar. Köpek muamelesi yaptılar. Ağlamamızı istediler ama hiç ağlamadık, bilakis güldük. Şarkılar söyledik, ilahiler okuduk. Onlar şoka girdi, 'Bunlar nasıl hala böyle mutlu olabiliyorlar?' diye."
"Bizi aç bıraktılar. 14 kişilik odaya bir tabak bir şey veriyorlar, bir kaşık düşmez, öyle diyeyim ve sıfır kalorili şeyler. Allah'ıma şükürler olsun, Rabb'im karnımızı acıktırtmadı. Çok susamadıkça da su içmedik çünkü su tuvaletteki suydu. Tuvalet musluğundan akan suyla susuzluğumuzu gidermeye çalıştık. Yalvarmamıza rağmen su vermediler. İlaçlarımızın hepsini aldılar. Gözümüzün içine baka baka çöpe attılar. Her şeyimizi çaldılar. Askerler kendi çantalarına notebookları, telefonları koydu, powerbankleri çaldı. Adamların varoluş sebebi o, hırsızlık. Vatanlarını çaldılar onların (Filistinlilerin)."
Gürpınar, İsrail'in artık sona geldiğini ve bütün dünyanın onlardan nefret ettiğini vurgulayarak, "İtalyan milletvekili, 'Siz çok nankörsünüz. Tarihinize bakarsanız geçmişte sizi biz koruduk. Gidince gerçek yüzünüzü herkese anlatacağım.' dedi. Herkes bilenmiş vaziyette. Herkes memleketine döndüğü andan itibaren İsrail antipropagandası yapacak inşallah." diye konuştu.
Aktivist Zeynep Dilek Tekocak da İsrail'in 72 milletin olduğu bir yerde bu kadar histeri nöbeti geçirmesini beklemediklerini kaydetti.
Gözaltına alınmalarının ardından bazı kişilere şiddet uygulandığını aktaran Tekocak, "Soykırım Bakanı Itamar Ben-Gvir'in konuşmasında protestodan sonra şiddetin dozunu artırdılar zaten. Biz slogan attık, konuşturmadık onu çok fazla. Bayağı sinirlendi, açık söyleyeyim. Kendi askerlerinin çocuklarının onların yolunu gözlediğini falan söyledi. Ama çok da konuşturmadık. Buna çok öfkelendi, sinirlendi anladığımız kadarıyla çünkü ondan sonraki süreçte psikolojik baskı daha fazla yapmaya çalıştılar." ifadelerini kullandı.
Tekocak, Gazze'ye çok yakın bir bölgedeki hapishaneye gönderildiklerini belirterek, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
"Öncesinde toplama alanı vardı. O toplama alanında diğer gemilerdeki hanımların olduğu yerde bir araya geldik. Ondan sonra bizi yeni yapılan hapishaneye götürdüler. Götürürken bize, 'Sizi zaten Gazze'ye götürüyoruz. Gazze'ye çok yakın bir yere götürüyoruz.' dediler. Dalga geçtiler yani akıllarınca. Ama şunu hesap edemediler bir türlü: 72 milletten insan vardı. Birçok milletvekili, sendika başkanları, aktivistler, avukatlar, her meslek grubundan insan vardı. Aynı koğuşta kaldığımız zaman onların söylediği tek şey, 'Ülkelerimize gittiğimiz zaman İsrail'in gerçek yüzünü anlatacağız.' Bunu belki Türkiye olarak biliyorduk ama Avrupa'da çok farklı tanınıyorlardı. Bundan sonra İsrail'in bütün imajı yerle bir oldu. İsrail, kendi sonunun başlangıcını histeri nöbetleriyle getirdi."
Aktivist Osman Çetinkaya ise Amiral gemisinde olduğunu, ilk bu geminin durdurulduğundan bahsetti.
Gemi durdurulduktan sonra İsrail askerlerinin gemiyi kendi limanlarına çektiğini ifade eden Çetinkaya, "Limanlara çektikten sonra baskı şeklinde, ellerimizi kelepçeleyerek bizi sözde kendilerince aşağılayabileceklerini sandılar. Biz tepkimizi gösterince şiddetlerini daha çok artırdılar. Daha sonra bizi toplama kampına alıp cezaevine gönderdiler. En önemlisi bizim kişisel eşyalarımızı bir nevi çaldılar, bizden aldılar." dedi.
Çetinkaya, hapishanede de sürekli baskı altında tutulmaya çalıştıklarını, gece boyu kaldırıldıklarını ve yerlerinin değiştirildiğini söyledi.
"Biz elimizden geldiğince tepkilerimizi, onlardan korkmadığımızı gösterdik ve bunu hissettirdiğimizi düşünüyorum. Onların da gözlerinden zaten okunuyordu." diyen Çetinkaya, Gazze'ye tam ulaşamadıklarını ama tüm dünyaya İsrail'in iç yüzünü gösterdiklerini anlattı.
Aktivistlerden Ayçin Kantoğlu, "Yapılması gerekeni yaptık ve geldik. Korkmuyoruz onlardan. Son derece ahlaksızca işler yaptılar. Bizi yani kadın mahkumları koydukları yere büyük bir bez pankart hazırlatmışlar. Üzerine Gazze'nin son halini bastırmışlar. 'Gazze'ye hoş geldiniz' yazmışlar, bu kadar ahlaksızca bir işti. Adeta suçlarını üzerlerinde taşıyorlar." diye konuştu.
Kantoğlu, müdahaleden sonra limana indirildiklerini ve kendilerini oldukça iyi Türkçe konuşan kişilerin karşıladığını belirtti.
Bu kişilerden biriyle aralarında geçen diyaloğu aktaran Kantoğlu, "Biri bana, nereden geldiğimizi ve nerede olduğumuzu sordu, Muğla'dan geldiğimi söyledim. 'Şimdi nerede olduğunu biliyor musun?' dedi. 'Beni kaçıran sensin. Dolayısıyla nerede olduğumu senin söylemen lazım, neredeyiz?' dedim. 'İsrail'desin, artık Gazze Mazze yok farkında mısın?' dedi. Ben de şöyle bir müstehzi (alaycı) ona güldüm." ifadelerini kullandı.
Kantoğlu, aynı günün akşamı İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in kendilerini görmeye geldiğini anlatarak, şunları söyledi:
"Bizi bir kafese kapatmışlardı. Gerçekten bir hayvan, bir köpek kafesiydi, kadınlar hep beraber orada duruyorduk. Ben-Gvir yanımıza gazetecilerle geldi ve beyanat vermeye çalıştı. Anlayabildiğim kadarıyla 'Bunlar Kudüs'ün çocuklarına acımıyor.' vesaire dedi. Biz, Ben-Gvir'i 'O koca çeneni kapat soykırımcı pislik.' diyerek protesto ettik. O, hapishane koşullarımızı daha çetrefilli hale getiren bir slogandı. Hiç pişman değilim o sloganı attığımız için. Bence doğrusunu yaptık. 5 kişilik hücrelerde 15 kişi kaldık. Duvarlarda kanla yazılmış yazılar vardı, hepsini okuduk. Annelerin, hücrelerin duvarlarına evlatlarının ismini yazdığını gördük. Aslında Filistinlilerin yaşamış olduğu şeyleri bir nebze olsun yaşamış olduk. Temiz su vermediler, tuvaletlerden su içmemizi söylediler, 40 saate yakın yemek almadık."
Kantoğlu, İsrail askerlerinin kendileriyle birlikte alıkonulan iklim aktivisti Greta Thunberg'e vurduğunu görenlerin olduğunu, Thunberg'in elleri arkadan İsrail bayrağıyla bağlanarak yürütüldüğünü aktardı.
"ÇIPLAK ARAMA DA YAPILDI"
İsrail askerlerinin alıkonulan başörtülü kadınların başlarını açmaya çalıştığı iddialarının sorulması üzerine Kantoğlu, şunları kaydetti:
"Çıplak arama da yapıldı, her şeyi çıkardılar. Hemen hemen her kontrol noktasında defalarca arandık. Ağzımızın içine, dişlerimizin arasına baktılar. Bize terörist muamelesi yapmaya çalıştılar ama bizler suçlu olmadığımızı her seferinde onların yüzlerine haykırdık. Bizlerin suçlu olmadığını, herhangi bir yasayı çiğnemediğimizi, aksine yasayı çiğneyen tarafın onlar olduğunu, bizi kaçırdıklarını yüzlerine söyledik. Eğer arzu ettikleri bizi sindirmekse o konuda başarılı olamadılar. Son ana kadar sloganları kesmedik. Bizi attıkları yerin yüksek korunaklı bir cezaevi olduğu söyleniyor. Orayı da sloganlarla inlettik."
Türk Hava Yollarının (THY) uçağıyla İstanbul Havalimanı'na getirilen Arjantinli aktivist Gonzalo Di Pretoro, İsraillilerin kendilerine kaba davrandığını söyledi.
Sağ ayağından ampütasyon geçirdiğini aktaran Pretoro, "Özel ayakkabıya ihtiyacım olduğunu söyledim. Bana basit ayakkabı getirdiler. Ayrıca, buna (özel ayakkabı) ihtiyacım olduğunu söylediğimde beni itip kaktılar. Bize karşı çok agresiflerdi." ifadelerini kullandı.
Fas asıllı Fransız vatandaşı Yasin Benjelloyn da İsraillilerin orada kendilerine sergiledikleri davranışların Filistinlilere ne yaptıklarını hayal etmelerini sağladığını ifade ederek, "Bize yaptıkları şey, ilaca ihtiyacı olanların ilaç almasını engellemekti. 32 saat sonra bize sadece su verdiler. Neredeyse hiç yiyeceğimiz yoktu. Sabah saat 03.00'te köpekler ve keskin nişancılar odamıza girerek bizi uyandırdılar. Uyumamızı engellemek için her iki saatte bir bizi uyandırdılar." diye konuştu.
Agostino, "Greta Thunberg, sadece 22 yaşında cesur bir kadın. Aşağılanarak İsrail bayrağına sarıldı ve bir ödül gibi sergilendi. Gerçekten barbarca bir yerde olduğumu hissettim ve bu barbarlığın bir an önce sona ermesini umuyorum." sözleriyle konuşmasını sürdürdü.
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in, Aşdod Limanı'na vardıklarında salonun dışında olduğunu aktaran Agostino, "Sanki biz teröristmişiz gibi davranılmasını sağlıyordu çünkü bizi terörist sanıyordu." dedi.
Agostino, maruz kaldıkları şiddeti, "Polis bize çok sıkı kelepçe taktı ve bu da durumumuzu daha kötü yaptı. Gözlerimizi bağladılar ve neredeyse hiç giysimiz olmadan, çok düşük sıcaklıkta bir minibüse bindirdiler. Donacak gibiydik. Bizi orada yaklaşık 3 saat kadar tuttular." sözleriyle anlattı.
Kuveyt vatandaşı Mohammad Jamal ise kendilerine yapılan operasyona İsrailli 700 kadar özel kuvvetin katıldığını söyledi.
İçinde bulunduğu teknenin sabah saat 06.00'da 20 asker tarafından ele geçirildiğini aktaran Jamal, "Ele geçirildiğimiz yerden Aşdod Limanı'na kadar 12 saat boyunca güneşin altında tutulduk. Orada bize çok kötü davrandılar. Bu süre boyunca hiç yemek yemedik ve sadece su içmemize izin verildi. Su içip tuvalete gittik. Aşdod'a vardığımızda polis bize çok kötü davrandı." diye konuştu.
"KAMUOYU YÜZÜNDEN HİÇBİR ŞEY YAPAMADILAR"Jamal, "Sizi dövdüler mi?" sorusuna, "Bazı arkadaşlarımız dövüldü ama daha çok küfür edildi. Dünya kamuoyunun baskısı altında oldukları anlaşılıyordu. Dünya kamuoyu, onların kendi planladıklarından daha iyi davranmalarını sağladı. Bize karşı o kadar öfke ve kızgınlık duyuyorlardı ki kamuoyu yüzünden hiçbir şey yapamadılar. İnsanlar bizi gösteri yaparak ve gözetleyerek korudu." yanıtını verdi.
Tüm eşyalarının ellerinden alındığını anlatan Jamal, "Bizi eşyalarımız olmadan gönderdiler. Hiçbir şeyimiz yoktu, sadece pasaportlarımız vardı. Üç gün boyunca hapiste susuz kaldık. Sadece temizlenmek için su vardı. Bize, 'Yıkandığınız suyu için.' dediler. Duş yoktu, yemek çok azdı, doktor yoktu. Bazıları kalp ilacı, epilepsi ilacı kullanıyordu, ilaçlarını alamadılar. Tekrar vurgulamak istiyorum ki, sizlerin, medyanın, Türk halkının, Avrupa ve tüm dünyadaki insanların baskısı çoktu. Bu yüzden herkese teşekkür ediyoruz. Gazze'yi gözlemlemeye devam etmeliyiz çünkü bize yapamadıklarını Gazze'de yapıyorlar." şeklinde konuştu.
Libya'nın eski başbakanlarından Ömer el-Hasi, gemiye çıkan İsrail askerlerine, "Sivil aktivistleriz. Ne Gazze kara sularında ne de uluslararası kara sularda sizinle hiçbir şekilde karşı karşıya kalmak istemiyoruz. Bizler, sizin için herhangi bir tehdit oluşturmuyoruz. Bizler, Cenevre ve Roma yasalarına göre, çatışma alanlarında zarar gören masum sivillere ulaşmak istiyoruz. Gazze'deki masum siviller, çocuk, kadın, yaşlı, hasta ve yaralılardan oluşuyor. Biz onlara gıda maddeleri, çocuk mamaları, halı, konaklama çadırları ve bazı vitaminlerden oluşan malzemeleri götürmek istiyoruz." dediklerini anlattı.
İsrail askerlerinin söylediklerini reddettiğini ve gemiyi ele geçirdiğini ifade eden el-Hasi, askerlerin kendilerini geminin bodrum katına hapsederek limana götürdüğünü dile getirdi.
El-Hasi, götürüldükleri limanda elleri ve ayakları kelepçeli halde bir süre tutulduklarını, yanlarına gelen İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in kendilerine "Sizler Hamas'ı destekliyorsunuz." dediğini, kendilerini hapsin yanı sıra işkence ve baskı altında tutmakla tehdit ettiğini belirtti.
Avrupa, Türkiye, Kuzey Afrika, Latin Amerika ve ABD'dekilerin yanı sıra barıştan yana Yahudilerin gıda ve ilaçla geldiğini söyleyen el-Hasi, Ben-Gvir'in, diplomatik teamülleri ve siyaseti zedeleyerek, ırkçı, faşist söylemlerle konuştuğunu, uluslararası aktivistlere hakaret etmeye çalıştığını anlattı.
"UÇAK TÜRKİYE'NİN BİR ARMAĞANIYDI"
Ömer el-Hasi, Ben-Gvir'in tehditlerinden sonra, işkence derecesine varan sıkı uygulamalara başlandığını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Aramızdaki yaşlılar da dahil acı çekeceğimiz şekilde ellerimizi arkadan bağladılar. Kadınlara hiçbir saygıları yoktu ve tutulduğumuz yer oldukça kötüydü. Liman civarındaki açık alanda bizleri 8 saat boyunca bu halde tuttular. Daha sonra da bizleri limanın hangarına alarak üst araması yaptılar. Tabii üst aramaları korkunçtu. Üstümüzdeki her şeyimizi aldılar. Çantalarımız ve özel eşyalarımız tümüyle burada kayboldu. Sabahın erken saatlerinden itibaren de zırhlı araçlarla bizleri mahkumlar gibi aldılar. Bizleri işgal altındaki Filistin topraklarının güneyinde yer alan hapishanelere naklettiler."
Nakledildikleri yerde koşulların daha da kötüleştiğini ifade eden el-Hasi, "İçme suyundan mahrum bıraktılar. Kötü koşullarda sürekli soruşturmaya alıyorlardı. Hapishanede bizlere ne yiyecek içecek ne de ilaç verdiler. Hapishaneye girer girmez üstümüzü çıkarıp başka kıyafetler giydirdiler ve Türkiye'nin gönderdiği uçağa bininceye kadar bu kıyafetlerden kurtulamadık. Uçak Türkiye'nin bir armağanıydı. Bu güzel karşılama ve cömertlikleri için Türk yönetimi ve halkına teşekkür ediyoruz." diye konuştu.
Ömer el-Hasi, Türkiye'nin bu güzel karşılamasının kendilerine yaşadıklarının hepsini unutturduğunu vurgulayarak, "Bizi üzen tek şey Gazze'deki Filistinli çocuklarla buluşamamamız oldu." dedi.
İsviçreli aktivist Tabea Zouk da hapiste olmanın bütün süreçlerinden geçtiklerini, İsrail'in kendilerini dünya genelindeki siyasi baskı nedeniyle serbest bırakmak zorunda kaldığını düşündüğünü kaydetti.
Yaşadığı zorlukları anlatan Zouk, "Onlar hakkında güzel bir şey söyleyemem. Beyaz tenli, mavi gözlü ve İsviçre pasaportumun olduğunun farkındayım. Bana gemideki diğer yolculardan çok daha iyi davrandılar. Bu beyaz ayrıcalığıdır ama buna rağmen bizimle dalga geçtiler ve bizi taciz etmeye çalıştılar. Sırf bizi rahatsız etmek ve kötü hissettirmek için bir saat boyunca başlarımız yerde, güneş altında diz çökmemizi sağladılar. Kötü hissettirmek için bize terörist muamelesi yaptılar. Bir gün boyunca su içmedim. Sonra musluk suyu verdiler, onu içtim ama hiçbir yemeğe dokunmadım. Hastalanabileceğimin farkındaydım." ifadelerini kullandı.
Zouk, uçuşun çok güzel geçtiğini belirterek, "İsrail'deyken kendimi cehennemde gibi hissettim. Sonra THY'nin bu uçuşunda bize en iyi yemekleri verdiler, çok iyi davrandılar. Bize içmemiz için su ve portakal suyu da verdiler." dedi.
Arjantinli aktivist Nicolas Calabrese, uluslararası sularda seyir haklarının ihlal edildiğini belirterek, "Bizi silah zoruyla kaçırdılar, hiçbir silahımız yoktu. Yüzlerimizi gizlemiyorduk ama onların yüzleri maskeliydi. Bize çok kötü davrandılar, ittiler, başlarımızı eğdirdiler, hatta vurdular. Neler olduğunu anlamamız, diğer teknelerdeki arkadaşlarımızın nerede olduğunu öğrenmemiz için birbirimizle konuşmamıza izin vermediler. Annemle ancak 3 gün sonra konuşabildim. Bu maruz kaldığımız büyük bir hak ihlalidir ama bize yaptıklarının çok daha kötüsünü Filistin halkına yapıyorlar. Biz mücadele etmeye devam edeceğiz." diye konuştu.
Filoya katılma kararını da anlatan Calabrese, "Benim için bu çok doğal bir karardı çünkü her gün uyanıp haberleri açtığımda bu soykırımın canlı şekilde yayımlandığını görüyordum. İsrail'in Filistin halkına neler yaptığını, bombalamaları görüyorum ve bunu artık kabul edemedim. İçimde bağırmak, ağlamak, 'Lütfen durun.' demek isteyen bir his vardı, bunu bastıramadım. Yardım etmenin birçok yolunu düşündüm ama nasıl yardım edeceğimi hiç bulamamıştım. Filo ortaya çıktığında bu fırsatı değerlendirdim." ifadelerini kullandı.
Filoda yer alan "Maria Cristina" gemisinin kaptanı İtalyan Tommaso Bortolazzi ise hapishanede Müslüman olduğunu dile getirdi.
Bortolazzi, soykırımı görmezden gelemeyeceği için filoya katıldığını söyleyerek, şunları kaydetti:
"Hapiste geçirdiğimiz son günler çok zordu. Arkadaşlarım Türkiye'den gelmişti ve neredeyse hepsi Müslüman'dı. Gerçekten çok korkunç bir an yaşadık. Birlikte hayatımızı riske attığımız için çok korktuk ama buna rağmen birlik içinde kaldık, birbirimize destek olduk. Arkadaşlarım namaz kılarken, İsrail işgal güçlerinin polisi içeri girip onların dua etmesini engelledi. Ben de buna karşı durma ihtiyacı hissettim. Daha sonra arkadaşımla birlikte şehadet getirdim, bu benim için yeniden doğmak gibiydi ve çok mutluyum. Umarız tüm özgür ve demokratik ülkeler İsrail'e karşı verilen mücadeleye katılır çünkü artık bu soykırımı bitirmenin zamanı geldi."
Cezayirli aktivist Ammar Ounnas da İsrailli askerlerin kendilerine hakaret ettiğini belirterek, "Küresel Sumud Filosu'nun oluşturduğu uluslararası baskının altında bizlere kötü davrandılar. 2 günümüzü belirsizliklerle geçirdik, bize ne yapacakları veya nereye götürecekleri belli değildi. Çünkü onlara güvenemezsin, ne yapacaklarını kestiremezsin. Türkiye'ye çok çok teşekkür ederiz, bizlere hayatımızın en güzel sevincini yaşattı. Bizleri hapishaneden çıkarınca 'İstanbul'a gideceksiniz.' dediklerinde inanmamıştık. Havalimanına vardığımızda THY'yi görünce inanmaya başladık." dedi.
Türk Hava Yollarının (THY) uçağıyla İstanbul Havalimanı'na getirilen İsviçreli aktivist Romain Mouron, İsrail askerlerinin kendilerine çok kötü davrandıklarını belirterek, "Bugün buradayım çünkü nihayet siyonist hapishanelerden çıktık. Bence dünyanın siyonist yapıya üzerimizdeki baskıyı kaldırmaları ve özgür Filistin için mücadeleye devam etmemize izin vermeleri yönündeki baskısı sayesinde serbest bırakıldık. 2-3 gün boyunca işkence ve aşağılanma yaşadık ama bu hiçbir şey değil." ifadelerini kullandı.
Mouron, "özgür Filistin" çağrısında bulunarak, "Sumud Filosu'nda olmak istedim çünkü bir Batılı olarak, soykırıma ortak olan hükümetlerin bir vatandaşı olarak almam gereken duruşun bu olduğunu düşündüm. Gazze ve Filistin için baskı oluşturup bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim. Bence fark yarattık, sadece biz değil, tüm dünya Gazze'yi ve bizi destekledi." diye konuştu.
İngiliz aktivist Kieran Andrieu da babasının Filistinli olduğunu dile getirerek, "Şu anda insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük sorun Gazze'deki soykırım ve İsrail'in Filistinlilere her gün uyguladığı zulüm olduğu için filoya katıldım. İsrail bize mahkum kıyafetleri giydirmeye çalıştı ama biz mahkum değildik. Biz esirdik, rehineydik ve İsrail her gün Filistinlilere bunu yapıyor. Filistinliler, benim kendi kardeşim gibi. Bu yüzden filoya katılıp tavrımızı ortaya koymak bizim için çok önemliydi." dedi.
"ARKADAŞLARIMDAN BİRİ MARUZ KALDIĞI YORGUNLUKTAN DOLAYI BAYILDI"
Andrieu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bize mahkum kıyafetleri giydirdiler, Türkiye bize gerçek kıyafetler verdi. Çabalarınız için çok teşekkür ederiz. İsrail bize çok kötü davrandı. Bir gece insanlara gerekli ilaçları vermedi. Dün gece birinin kalp krizi geçirdiğini bağırdık, gelmediler, umursamadılar. Bize böceklerle dolu yiyecekler verdiler. Bazı insanları işkenceye maruz bıraktılar. Arkadaşlarımdan biri maruz kaldığı yorgunluktan dolayı bayıldı. İsrail Avrupalılara karşı böyle davranıyor, Filistinlilere her gün nasıl davrandığını sadece tahmin edebilirsiniz."
Libya vatandaşı gazeteci Nabil Sokni ise Gazze'ye sadece 15 mil kala İsrail askerlerince yakalandıklarını belirtti.
Türkiye'ye teşekkür eden Sokni, kaldıkları hapishanenin çok kötü olduğunu, söyleyecek bir şey bulamadığını söyledi.
Türk Hava Yollarının (THY) uçağıyla İstanbul Havalimanı'na getirilen aktivistlerden gazeteci Yaşar Yavuz, İsrail'in psikolojisini bozduklarını, bu saatten sonra da psikolojisinin düzelmeyeceğini söyledi.
Gazeteci olduğu için en ağır şekilde muamele gördüğünü belirten Yavuz, 3 gün boyunca kendilerine su verilmediğini anlattı.
Yavuz, "Türkiye'nin gücünü daha denizde giderken bile üzerimizde, yanımızda gördük. İsrail ile bu kadar sıkıntılı olduğumuz halde İsrail'in içinde Türkiye'nin gücünü hissettik. Sadece bizler değil, bütün aktivistler, yabancı aktivistler bile Türkiye'nin gücünü hissetti. Bu bize yeter. Devletimizin bu büyüklüğü bize yetiyor. İşte büyük devlet olmak, güçlü devlet olmak tam olarak bu." dedi.
Gemide bulunan aktivistlerden Mustafa Çakmakçı da insani yardımları Gazze'ye ulaştırmak için giderken uluslararası sularda İsrail ordusunun baskınına uğradıklarını kaydetti.
İsrail ordusunun kendilerini gasbettiğini vurgulayan Çakmakçı, Aşdod Limanı'nda kötü muameleye maruz kaldıklarını, askerler tarafından küfürler edildiğini, güneşin altında saatlerce bekletildiklerini aktardı.
Çakmakçı, yaşananların kendilerini korkutmadığını ifade ederek, "Biz hepimizin ve kardeşlerimizin özgürlüğü için yolumuza daha güçlü şekilde devam edeceğiz. Bu kanatlar iyileşir, tekrar o özgürlük için uçar. Bu yaşadıklarımızı bir düşünün. Biz, 3 günde dünyanın gözü bizim üzerimizdeyken neler yaşadık. Gazze'deki kardeşlerimizin neler yaşadığını hepimiz tahayyül edelim. Ona göre dünyayı ayağa kaldırmaya hep birlikte devam edelim." şeklinde konuştu.
Kadın ve Demokrasi Vakfının (KADEM) İletişimden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Semanur Sönmez Yaman ise başörtüsünün alındığını, İsrail'in insanlık onurunu ayaklar altına almak için kendilerine her şeyi yaptığını dile getirdi.
Çok sıcağa ve soğuğa maruz bırakıldıklarını anlatan Yaman, "Ama en kötüsü gerçekten başörtülerimizi almalarıydı. Şunu göstermek istiyorum, başımdaki bir tişört. Sağlık kontrolü adı altında kıyafetlerimizi aldılar ve başörtülerimizi bütün direnmemize, bütün itirazlarımıza rağmen bilerek, isteyerek aldılar. O sırada sağ olsunlar açık arkadaşlarımız kendi tişörtlerini başımızı örtebilelim diye bize verdiler." dedi.
"BÜTÜN DÜNYA, TÜRKİYE'NİN GÜCÜNÜ ÖĞRENDİ"
Yaman, bir daha olsa yine gideceğini, Gazze'ye 28 mil kalana kadar yaklaştıklarını, karaya çıkamadıklarını ama arkalarında o gemilere binmek için insanların sıra beklediğini, İsrail'in sonunun geldiğini ve bu zulümle daha fazla devam edemeyeceğini kaydetti.
Bunun dünyaya duyurulmasının çok önemli olduğunu ifade eden Yaman, sözlerini şöyle sürdürdü:
"50 ülkeden aktivistin orada olması çok önemliydi. Çok farklı bir şey daha oldu. Türkiye'nin gücünü öğrendi insanlar. Bütün dünya Türkiye'nin gücünü öğrendi. İsrail dronları saldırdıktan bir sonraki gün rahatlıkla uyuduk. Niye rahatlıkla uyuduk? Çünkü üstümüzde İHA'larımız, SİHA'larımız vardı. Uzakta, ufukta gemilerimiz vardı. Allah'tan sonra en çok onlara güvendik. Gerçekten teşekkür ediyoruz, bizi asla yalnız bırakmadılar. Sadece bizi değil, dünyanın hiçbir katılımcısını... Şu uçağa hep birlikte bindik. Hepimizin karnını doyurdu, hepimizi aynı şekilde kucakladı, sarmaladı. Gerçekten çok büyük devletiz."
Filoda bulunan yapımcı ve sunucu Bekir Develi ise ülkesiyle gurur duyan bir vatandaş olduğunu, devletin sadece Türk vatandaşlarını değil, diğer ülkelerden gelen aktivistleri de kurtardığını anlattı.
Develi, ablukanın kırılmaz olmadığını, 50 gemiyle 36 mile kadar yaklaşarak bunu gösterdiklerini, artık büyünün bozulduğunu, halkların, toplumların, gönüllülerin harekete geçtiğini dile getirdi.
STK'lerin ve gönüllülerin kendilerine verdikleri yardımları Gazzelilere ulaştırmak için çabaladıklarını söyleyen Develi, "Yardımları götürebildiğimiz yere kadar arkamızdan kurşunlanma riski olmasına rağmen en uç noktaya kadar götürdük. Çocuklara ulaştıramadık ama çöp poşetlerinden balonlar yaptık, oyuncakları içine koyduk, ağızlarını bağladık, Gazze tarafına doğru itekledik, 'Allah'ım sen onu hayırlı bir menzile ulaştır' diye. Allah onları ulaştıracaktır." dedi.
Aktivist Erdem Özveren ise kendilerinde herhangi bir endişe ve korku olmadığını vurgulayarak, "Çünkü bizim bir an önce Gazzeli kardeşlerimize kavuşma hissiyatı vardı. Bizim gözaltına alındığımız gemi, en sona kalan gemilerden bir tanesiydi. Sabah 8'e doğru televizyon yayınına bağlanmıştım. Bu yayın esnasında operasyon yapıldı ve bununla beraber gözaltına alınmış olduk." diye konuştu.
Filonun amacına ulaştığını, maksatlarının kamuoyu ve yardım koridoru oluşturmak olduğunu belirten Özveren, şunları söyledi:
"Her ne kadar Gazze'ye ulaşamamış, kardeşlerimizle kucaklaşamamış da olsak, aslında dünya kamuoyunu oluşturarak bir nevi o ablukayı yıkmış olduk. İsrail, psikolojik bir harp uyguladı açıkçası. Açık hava hapishanesi dediğimiz 15-20 metrekarelik alanlara 45-50 kişi doldurarak ve güneş altında bıraktı bizi. Bununla beraber su, gıda olsun veya fiziki müdahaleleri olsun, bizi yıpratmaya yönelikti. Günlerce zaten su dahi içmedik, kaldığımız hapishanedeki tuvalet suyunu içmek durumunda kaldık."